Başbuğ Türkeş

Mustafa Yiğit

Türk siyasi hayatına yön veren, peşinden milyonları sürükleyen liderleri saymaya kalksak muhakkak onun adını ilk sıralara yazarız.

O doğduğunda Osmanlı yıkılmak üzeredir, yeni kurulacak olan Cumhuriyetin ise ilk tohumları atılmaktadır….

 1917 yılında doğan bu çocuk; Türk milletinin, devletiyle, vatanıyla onurlu bir şekilde kıyamete kadar yaşamasını, her daim var olmasını tabutluklara girme pahasına savunan, büyük siyaset ve devlet adamı Alparslan Türkeş’ten başkası değildir.

Türkeş aslen Kayserilidir, dedeleri Kıbrıs’a göç etmiş ve o da Kıbırs’ta dünyaya gelmiştir.

Türkçülük-Turancılık Davasının Genç Subayı Türkeş

Alparslan Türkeş’i ilk kez 80 yıllık ömrünü adadığı Türkçülük davasıyla tanır Türk kamuoyu…

3 Mayıs 1944’de Ankara’da büyük bir yürüyüş düzenlenir. Türk milletinin ve devletinin bekası fikrine sahip aydınlar ve onların izindeki gençler basın ve üniversite kadrolarına sızan ve  kendilerini Cumhuriyetin gerçek sahibi olarak gören dönemin elitlerine karşı ideolojik bir tavır sergileyen bu gençler bu yürüyüşün ardından tutuklanırlar.  Tarihe Türkçülük-Turancılık davası olarak geçen bu soruşturmalarda Türk milliyetçileri tabutluklara atılır, işkencelere uğrarlar… Bütün bunlara maruz kalanlar içinde Genç üsteğmen Alparslan Türkeş de vardır…

Dönemin tek parti yönetimine karşı gelen bu aydınlar o gün için vatan hainliğiyle suçlanmaktadırlar….

20 Ekim 1944’te kendisini “vatan hainliği” suçlamasıyla sorgulayan Savcı’ya “ diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği suçu isnat edilmiştir. Bunu şiddetle reddederim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanımı severim”  cevabını verir. Ancak mahkeme tarafından 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve mahkeme süresince bir yıl hücre hapsi yattığı için tahliye edilir…Aslında bu 9 ay  10 gün aslında Türk Milliyetçiliğinin doğumuna da işaret etmektedir…

Alparslan Türkeş’in siyasi hayatındaki önemli olaylardan biri de, 27 Mayıs 1960 yılıdır…

Bu tarihte yapılan darbede Türkiye onun isminin yanı sıra sesini de duyar… Radyodan tüm Türkiye’ye yayılan ses onun sesidir…

Alparslan Türkeş, gerçekleşen bu hareketi partilerüstü ve milli birliği sağlayacak bir reform hareketi olarak düşünür…Görevde bulunduğu 27 Mayıs 25 Eylül 1960 tarihleri arasında, ülke ve kültür bütünlüğü kanun tasarısı ve Devlet Planlama Teşkilatı kanun tasarısını hayata geçirmiştir. Onun bu darbenin amacına dönük düşünceleri bazı kesimleri rahatsız etmiş, 13 Kasım 1960 yılında Milli Birlik komitesinden çıkarılır, 19 Kasım 1960 yılda da, Türkiye’den Yeni Delhi’ye mecburi ikametgah olarak gönderilir. Alparslar Türkeş bu dönemde hükümet yöneticilerini yaptıkları yanlışlar konusunda sürekli uyaran mektuplar gönderir…

23 Şubat 1963 yılında yurda dönen Alparslan Türkeş, dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla “Huzur ve Yükseliş Derneği” adlı bir dernek kurar. 31 1964 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne üye olur, 1 Ağustos 1965 yılında CKMP üyeleri tarafından genel başkanlığa seçilir. 1969 yılında CKMP’nin Adana kongresinde Alparslan Türkeş’in teklifiyle partinin ismi bugünkü adını alarak Milliyetçi Hareket Partisi olarak tescil edilir.

MHP Dönemi

Alparslan Türkeş,65-69, 69-73, 73-77 ve 1977‘den 12 Eylül 1980‘e kadar dört dönem, Ankara ve Adana’dan milletvekilliği yapar. 1975‘den sonra kurulan 1. ve  2. Miliyetçi Cephe hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunur. 12 Eylül 1980 hareketinden sonra sıkıyönetim tarafından tevkif edilir ve 29 Nisan 1981 tarihinde, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası adı ile sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanır. Yargılandığı dava nedeni ile uzun süren tutukluluğu, 9 Nisan 1985‘de tahliyeyle ile son bulur. 

MÇP Dönemi

Alparslan Türkeş bu dava nedeniyle dört buçuk yıl tutuklu kalır. 4 Ekim 1987 tarihinde yapılan olağanüstü 2.Kongre ile Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı’na seçilir. 24 Eylül 1991 tarihinde 19. Dönem Milletvekili seçimlerinde MÇP’nin, IDP, RP ile üçlü ittifak yapmasıyla Yozgat’dan milletvekili seçilir. 15 Kasım 1991 tarihinde 18 arkadaşı ile ittifaktan ayrılarak bağımsız milletvekili olur. 25 Aralık 1991‘de Demokratik Hareket Partisini kurar..Kurucular Kurulu kararı ile parti kapatılarak, Milliyetçi Çalışma Partisi’nin 29 Aralık 1991 tarihinde yapılan 3. Olağan Genel Kongresi’nde MÇP’nin Genel Başkanlığı’na seçilir.

MÇP’den yeniden MHP’ye

12 Eylül 1980 hareketinin kapattığı siyasi partilerin isim ve amblemlerinin kullanma yasağının kalkması ile, 27 Aralık 1992 tarihinde, kapatılan MHP’nin ogünkü delegelerinin katıldığı kongrede, MHP’nin isim, amblem kullanma yetkisi tekrar kurucu Alparslan Türkeş’e devredilir.

24 Ocak 1993 tarihinde yapılan kongrede, MÇP yerini MHP’ye bırakır, Genel Başkanlığa da Alparslan Türkeş seçilir.

Alparslan Türkeş 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde Adana’dan milletvekilliği adaylığını açıklar. Milliyetçi Hareket Partisi, 24 Aralık 1995‘te yapılan genel seçimlerde %10‘luk ülke barajına takılarak meclise giremez.

Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997 tarihinde peşinde milyonlarca seveniyle Hakkın Rahmetine yürür…

Alparslan Türkeş ve Ülkü Ocakları

Alparslan Türkeş’in Türk milletine bıraktığı en büyük emanet şüphesiz ki Ülkü Ocaklarıdır. Çünkü onun ideallerini hayata geçirecek genç kuşaklardır. O her zaman gençlere önem verdi, gençlerin Türk İslam mefkûresiyle yetişmesi için elinden geleni yaptı. Kendisinin eğitimci olarak katıldığı  eğitim seminerleri düzenledi. Ülkücü gençlerin milli bir şuurla yetişmesi için de Ülkü ocakları gibi önemli bir müesseseyi  kurdu.

Biliyorz ku, Türk milleti tarihin her devrinde mukaddes bildiği değerleri yaymak ve yaşatmak için teşkilatlar kurmuş ve toplumu bu teşkilat yapısı içerisinde eğitmeye çalışmıştır. Bu gelenek milli bir ülkü olmuş ve kurulan mekanlar      idealler doğrultusunda bir okula dönüşmüştür.

Böyle bir inanca sahip olan Türk milleti kendini vazifeli millet olarak addetmiş ve vazifesini liyakatle yerine getirebilmek için daima teşkilatlı bir duruş sergilemiştir. Bu teşkilatlanmada ilmi­ iman­ ahlak ve ülkü temel yapıyı oluşturmuştur. İşte Hoca Ahmet Yesevi hazretleri o anlayış doğrultusunda ocakların da temelini atmıştır. 

Döneminde kurduğu Yesevi Ocakları tarihin  her devrinde değişik isimlerle aynı vazifeyi gerçekleştirmiştir.  Yesevi ocakları ele, bele, dile hakim olma; tevazu ve fedakarlığı hayata hakim kılma, yaratılanı sevme ve Yaratıcıya izafeten ona hizmet etme düsturları üzerine kurulmuş ve bu çizgide de Gazi dervişler yetiştirmiştir. Bu misyonun kuruluş felsefesi aslında günümüzdeki Ülkü Ocaklarının da temelini oluşturmaktadır.

 Ülkü Ocakları da eğitim ve kültür anlayışı doğrultusunda milli, ahlaki bir yapılanmayı esas almıştır. Ülkü Ocağı ismi ilk defa Ankara Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde kurulan dernekle kullanılmıştır.

Ardından Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Ziraat Fakültesi’nde de solcu öğrencilerin fikir kulüplerine alternatif olarak;  üniversitelerde öğrencilere tanınan öğrenci derneği kurma, pano açma gibi haklar kullanılarak Ülkü Ocağı Dernekleri kurulmuştur.

Ülkü Ocaklarının kuruluşu kısa süreli bir kesintiye uğrasa da Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in gayretleri neticesinde 1968’de karşılaşılan bütün olumsuzluklara rağmen yeniden açılmış ve bütün üniversitelerde teşkilatlanmalar başlamıştır. Ardından orta öğretimin de Ülkü Ocakları bünyesinde  teşkilatlanmaya başlaması ile Türk gençliği milli kimliğini , maneviyatını yeniden yaşamaya yönelmiştir.

Ülkü Ocağı başbuğ Alparslan Türkeş’in direktifleri ve idealleri doğrultusunda; Türk’ün tarihinden getirdiği Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresini diriltmek, Türk milletinin iktisadi, siyasi ve sosyal meselelerine çözüm üretmek,  Yok edilmek istenen bir nesli yeniden asli cevheri ile tanıştırmak ve barıştırmak, Türk gençliğini dini  ve milli değerleri ile donatıp sarsılmaz bir iman sahibi kılarak milletinin hizmetine sunmak milletimizi tarihi ile barıştırıp geleceğin milliyetçi büyük Türkiye’sini kuracak nesiller yetiştirmek gayesi ile kurulmuştur.

Alparslan Türkeş tıpkı kendisi gibi milletine derin sevgi ve bağlılık duyan gençlerin yetişmesi için  Ülkü Ocaklarını örgütlemiş, Ocaklar  milletine karşı derin sevgi ve saygı taşıyan milletinin ıstırapları karşısında çözüm yoları arayan bir kuruluş olarak neşet etmiştir.

Ülkü Ocakları rahmetli Başbuğun  ifadesi ile tıbbiye laboratuarları ile ilahiyat fakültelerinin koridorlarını birleştiren yani ilim ile imanı esas alan kuruluşlar olarak günümüze kadar gelmiştir.   

Ülkü Ocakları Başbuğ  Alparslan Türkeş tarafından batıcılığı bir taklitçilik müessesesi haline getiren ve bugün her türlü mesuliyet duygusundan yoksun, milletinin değerlerine küfrederek milletinin ekmeğini yiyenlere karşı milli bir bilincin genç nesillere aktarıldığı mekanlar olması için örgütlenmiştir.

Ülkü Ocakları  Serv’de yok edilmek istenen bir milletin, Anadolu’dan kovulmak istenen bir milletin ,  yeniden ayağa kalkışının sembolü olan Kuvvayi Milliye ruhunun vücut bulmuş halidir. 

Alparslan Türkeş Ülkü Ocaklarını  alimlerin tekkesi kadar kutsal, asker ocağı kadar kıymetli  milletin değerlerini yüceltmek için çalışan gençliğin yeniden ihyasına vesile olması için bu milletin bağrından çıkanların destekleriyle dalga dalga büyüyen mili mefkurenin hayat bulduğu yerler olarak ilmek ilmek bu vatan topraklarında işlemiş, vatanın milli mukavemeti olarak görmüştür.

 

Alparslan  Türkeş ve Ülküsü

Her millet bir liderle varlık bulur…

Bu yüzden liderler çok kolay yetişmezler ve  ancak yüz yılda bir gelir, söyleyeceklerini söyler ve bu fani dünyadan göçer giderler…

Evet, bu lider ve devlet adamları zincirinin son temsilcisi, ülkü davasının peşinde bir ömrü geçiren ve karlı bir baharda yaradanın huzuruna 80 yaşında bir gençlik lideri olarak uğurlanan, tüm dünya Türklüğünün başbuğu olarak tarihteki yerini alan  Alparslan Türkeş’tir

O gerçek anlamda Türk milletine tutkuyla bağlıdır…

Onun siyaset felsefesinin temelinde Türk milleti vardır...

O’nun için, halka hizmet, halka sevgi,  saygı ve güvenle bağlı olmak faziletlerin en büyüğüdür.

O  milleti için bir ömrü vakfetmeye hazırdır ve kendisi gibi milyonlarca gencin bir ülkünün peşinde koşmasını arzu  etmektedir…

Bu amaçla kurduğu “ülkü ocakları” onun Türk siyasi hayatına hediye ettiği  en önemli kurumlardan biri olarak tarihteki yerini almıştır.

Alparslan Türkeş pek çok konuşmasında; millet öncelikli millet merkezli bir dünya tasavvur etmiştir.

Bu yüzden; “Bizim dertlerimizin çaresi, millet olarak, müşterek bir ülkü, inanç, irade ve heyecan içinde topyekün seferber olmak ve halk enerjisini harekete geçirmektir.

İnsan kişiliğinin gelişip şekillenebilmesi, hür ve demokratik rejimlerde mümkündür. Hür ve demokratik olmayan rejimler , insan şahsiyetine aykırıdır. Bu rejimlerde insana saygı duyulmaz. İnsan sevgisi yoktur. Bizim felsefemiz, Türk insanını sevmek, saymak ve onun yücelmesini istemek üzerinedir. Bu sebeple hür demokratik düzene muhalif olan bütün rejimlere karşıyız, bunlara inanmiyoruz..” der.

Alparslan Türkeş’in siyasi tercihi hiç şüphesiz ki milli egemenliktir…

O Türk milletinin inancına, değerlerine saygılı bir yönetim anlayışını savunur.

 O; “İnsan hakları, insan haysiyetine hürmet, din ve vicdan hürriyetlerinin tam ve kamil manada sağlanması, hukukun üstünlüğü gibi kavramların bütün toplumca kabulünün temin edilmesi,  Türk siyasetinin başarması gereken en önemli ödevidir...” derken de, yine kendi insanına yönelik hassasiyetlerini ifade der.

Başbuğ, insan merkezli olmayan bütün baskıcı rejimlerin karşısındadır: “Kapitalizm, komünizm, faşizm hangisi olursa olsun emperyalizme karşıyız. Biz bir milleti başka bir milletin unutturmasına karşıyız. Bir milletin başka bir millet üzerinde egemen olmasını istemiyoruz. Bütün totaliter rejimlere sahip devletlerin, rejimleri değişecek. Çünkü insanın tabitatına aykırı. Bu sebeple de yıkılacaklar, dağılacaklar…” diyerek insan onuruna yakışmayan her türlü rejimi lanetler.

Alparslan Türkeş, “Bizim Türk Milliyetçileri olarak davamız, Türk Milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk Milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk Milleti için meşru olamaz.” der

 O bir an bile umudunu yitirmez. Bildiği doğru yoldan şaşmaz.

Çünkü o bilir ki, lider olmak, devlet adamı olmak, büyük acılara göğüs germekten geçer. Büyük davalar, büyük mücadeleler ister, çile, sabır kararlılık ister.

 Omzunda yüreğinden başka yük taşımayanlar ancak büyük davaları sırtlayabilir…

O yüzden Türkeş, kendisinin arkasından gelecek  ülkü erlerine,  yufka yüreklilerle çetin yolların  aşılmayacağını  bilmeleri gerektiğini söyler:

“Size kolay bir başarı vaad etmiyorum. Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola çıkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Cesur olanlar, kuvvetli olanlar gerçekten inananlar bize katılsınlar, bizimle gelsinler.” Diyerek ülkü yolunun ne denli çetin ve ne denli zor olduğunu gözler önüne serer.

 Ve bu  uzun, çetin yolda ilk önce bir avuç insanla, kendine inanan bir avuç gençle   yürümeye başlar.

Bu bir avuç insana, gence daha sonra devleti ve milleti için gerektiğinde uğruna canını feda edecek  binlerce ülkü davasına gönül vermiş  alperenler katılır.

Zamanla,  onun peşinden yürüyen; kolayı değil, zoru, batılı değil hakkı seçenler milyonları aşar, Erciyes olur, Tanrı Dağı olur…

Ve son yolculuğunda, yaradanına yürüyen 80 yıllık çınarın peşi sıra dünyanın dört bir yanından gelen milyonlar yürür…

Çünkü O, yalnız Türk gençliğinin, yalnız Türkiye Türklerinin değil, tüm dünyadaki  yüz milyonlarca Türkün  Başbuğudur  

"Başbuğ Türkeş’i öbür aleme irtihalinin  20 yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyorum…Ruhu şad olsun…"