Son yüzyılda iki küresel savaş, sayısız bölgesel katliamlar ve bir o kadar da işgaller yaşandı. Sadece 1. ve 2. Dünya savaşında ölen insan sayısı 90 milyon. Son yüzyılda yaşanan diğer çatışmalarla bu rakam, yaklaşık 148 milyon olarak ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle şu anki dünya nüfusunun yaklaşık % 3'ünü savaş ve çatışmalarda kaybetmişiz. Meseleye savaşta ölen erişkin erkek nüfus bağlamında bakarsak belki bu oran savaşabilir yaş aralığında % 10'a tekabül ediyor. İşlenen cinayetleri, yapılan katliamları ve yaşanan ölümleri bir istatistik konusu ya da bir kronoloji bilgisi yapmak, batı ya da doğu fark etmez tüm coğrafyalar için çok acı bir durum.
Acı olan bir başka durumsa, 2. Dünya savaşından bu güne kadar her yıl aralıksız olarak dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir savaş ya da iç çatışmanın devam ediyor olmasıdır. Yani 1939 yılından 2018'e kadar semadan silah ve bomba sesleri, arzdan çığlık eksik olmamış, ölüm taşıyan savaş uçakları mütemadiyen uçmaya devam etmiştir. Bir başka deyişle, 2. Dünya savaşı daha yaygın bir alanda müstakil iç savaşlar şeklinde 3. Dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler coğrafyasında devam etmiştir. sadece bu sebeplerle, Angola, Etyopha, Nijerya, Ruanda, Somali, Sudan, Uganda, Zambiya, Zimbabve ve daha nice Kıta Afrika'sı ülkelerde 2 milyona yakın insan katledilmiş ve iç savaşların kurbanı olmuştur. Ortadoğu'yu söylemeye bile gerek yok.
Dünya, yeniden bir kasılmanın ve savaş öncesi kutuplaşmanın eşiğinde. Bölgesel mi, küresel mi olacağı süreçle belli olacak bir çatışmanın ayak sesleri duyuluyor. Çıkacak bu savaşın sebep olarak bir öncekiyle aynı, sonuç olarak bir öncekinden farklı olacağı şüphesiz. Batı'nın müreffehlik kaynağı olan Ortadoğu ve Afrika, yeni paylaşım talepleri dolayısıyla bu savaşın merkezinde. Dillendirilmese de Türkiye'nin son dönem çıkışı önümüzdeki sürecin öznesi olacak. ABD ve AB, henüz Türkiye'nin hangi kararlar aldığını ve aldığı kararlarda ne kadar kararlı olduğunu çözemediği için beklemede. Kendimizi ABD ve AB'den sıyırdıkça ve bir üçüncü yolun önderliğine soyundukça agresifleşeceklerini göreceğiz. Ancak dünyanın titremesi onların bizim çıkışımızı ve oluşturduğumuz üçüncü yol kutbunu kabul ettiklerinde olacaktır.
ABD ve Avrupa'nın 1. ve 2. Dünya savaşları sonunda küreselleştiklerini ve yüzyıldır istifade ettikleri bu ezici güce ulaştıklarını biliyoruz. Yani ezici güce ulaşmak neticede bir savaş istiyor. Hem de büyük bir savaş. ABD ve AB'nin de savaşla elde ettiği bu gücü barışla teslim etmeyeceği bilinen bir gerçek. Ya onlarca yıl sürecek çatışmaya dönüşmeyen bir soğuk savaş ya da kimi yerlerde vekaleten kullanılan güçler ile kimi yerlerde ise asaleten kendi güçleriyle bir savaş yaşanacak. Kaybeden en az yüzyıl kaderine razı olup, kendisiyle ilgili kazananların vereceği kararı bekleyecek.
Türkiye, Afrin zaferiyle bu savaşın meydana çıkan ilk ülkesidir. Erken kalkan yol alır. Biz Afrin'de görünende PKK/PYD güçleriyle savaşıyor gibi olsak da esasen ABD ile savaştık. Bu ABD'nin muhtemel tutumuna göre başka başka evrelere dönüşecek bir süreçtir. Eğer ABD bir tutum değişikliğine gidip bölgede çıkardığı huzursuzluklara bir son vermezse ve yeni fitne projeleri peşinde koşmaya devam ederse muhtemel çatışma kaçınılmaz hale gelir.
Eğer gelişmeler gerçekten böylesi bir muhtemel savaşa gebeyse ne yapmalıyız?
Bize Fırat Kalkanı ve Afrin'de kazandığımız zaferi riske etmeyecek ve hatta pekiştirecek yeni duruşlar ortaya koymalıyız. Evet teknoloji çok önemli ama sadece bunun yeterli olmadığını ABD, Afrin'de PYD/PKK üzerinden öğrendi.
Yani bizi, dolayısıyla dünyayı bekleyen bir büyük çatışmanın ön sancıları yaşanıyorsa, bu sancıya milletiyle, devletiyle en dirençli olan kimse, sonucu o belirler.