Elimden geldiği kadar, üç haftadır köşemi mûsıkîye ayırarak konunun gerekliliğini ve önemini belirtmeye çalıştım. Mûsıkînin dünü, bugünü derken bir de mûsıkînin derinliği hakkında yazıp, konumuzu burada noktalayalım. Mûsıkînin derinliğinden kastım, dinde mûsıkînin yeridir. Bu nedir, mûsıkînin dinimizce caiz olup olmadığıdır. Bu konuda etraflıca bilinmesi gereken husus ise İslamın eğlendirici ve şehvet verici her türlü şeyi yasakladığından yola çıkılarak, kimi fakîhlerin müziğinde bu yasaklara dâhil olduğunu kabûl etmeleri günümüze dek ulaşmıştır. Bu pek çok kez ihtilaflara sebep olmuştur fakat günümüze dek geçerli olmayışı da hayli ilgi çekicidir. Öyle ki, her kavramda bırakmayacağımız bir kıstas olmalı.. bu da ne yoku ne de çoğudur Doğan bebeğe ismi verildiğinde, sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okunması, vefat edenin ardından mevlidin okunması, sessiz sâdâsız olarak taş çatlasın yarım saat durabileceğimiz tüm bunlar insanın müziksiz kalamayacağına işaret değil midir? Dünyaya gözlerini yeni açtığında hoş bir nağme daha ince ve yüce ne olabilir ki?*Aslında, her konuda yapılması gerektiği gibi müzik konusunda da mutlaka seçici olunması ortada hiçbir mesele bırakmayacaktır. Kendimize özel bir seçkin mûsıkî anlayışımız olmalıdır ki, tüm bu baş ağrılarından kurtulabilelim.Bu konuda önerebileceğim kaynak kitap, İsmail Raci el-Faruki ve eşi Luis Lamia el Farukinin yazdığı ve dilimize Mustafa Okan Kibaroğlu ve Zerrin Kibaroğlu tarafından kazandırılan İslam Kültür Atlasıdır. (Hendese-i Savt kısmında) ***Gazetemiz birkaç zamandır internet yayınına geçmiş bulunmakta. Doğrusu, oldukça güzel ve zarif tasarımıyla dikkat çekiyor. Günlük köşe yazılarının sonuna okuyucularımızın yorumlarını ekleyebilmesi de güzel. Öyle ki, bugünkü yazımın çatılmasında belirleyici bir sebep oldu. Bildiğiniz üzere eleştiriyi, yorumla hep karıştırmış bir toplumuzdur. Bunun en son örneğini bu hafta başında internet sayfamızda gördüm. Bir okurumuz bazı yazarlarımıza yorumlarını bırakırken, eleştirilerini de Feyza Palaz, Semin Güler ve şahsıma yapmış. Eleştiri aynı, kopyalamış yapıştırmış okurumuz ben de eleştirisini aynen değil de yalnızca yazım kurallarını düzelterek ekliyorum:Hanımefendi köşe yazarlığı yapıyorsanız lütfen başınızdaki türbanı çıkartın ya da bu işi yapmayınız, sanki Türkiye'nin yerel bir gazetesinin internet sayfası değil de İran'ın bir yerel gazetesinin internet sayfası gibi, lütfen**Nereden nereye değil mi? Zira ne benim yazımı ne de diğer yazarlarımızın köşe yazıları hakkında bir yorum yahut eleştiri söz konusu değil! Varsa yoksa özgür irademizi çevreleyen inancımızın gereği olan başörtümüze dil uzatılmakta. Bir takım insanlar bazı kavramlara kendi üçgeni içinden bakıyorlar. Bu köşeli bakış tarzı da, bir müddet sonra kişiye ruhen rahatsızlık vermeye başlar. Ve içinde bulunduğu çıkmaz sokaktaki çatışmayı dışa vurur. Hem de örneğini verdiğim şekilde zayıf olarak! Çözüm ise at gözlüklerini çıkarmak değil kırmakta, ufken geniş olup ferah olmakta **Ne idik, ne olduk dedik, artık yeni sözler söyleme vakti!