Başörtüsü Çankaya'ya engel değil

Gündem yoğun; seçim olacak mı olmayacak mı? Yeni oluşum var mı? Yoksa mevcut muhalefet partiler yeni değişimlerle mi kamuoyuna çıkacaklar? Hükümet başarılı mı? İşte Aydın Menderes'in cevapları...







Günümüzdeki siyaseti öncelikle konuşursak, Hükümet’in dış politikasını nasıl buluyorsunuz?


 

Ülkemiz bundan önceki yıllarla kıyaslanamayacak kadar önemli bazı tehdit ve tehlikelerin yaşandığı bir dönemden geçiyor. Bugünkü iktidar bu fırtınalı dönemde gemiyi fırtınalardan koruyarak salim bir limana çekme basiret ve dirayetinden uzak görünmektedir. Bu son derecede önemli bir eksikliktir. Hâlbuki bu iktidar 1961’den bu tarafa anayasayı bile değiştirecek güce sahip yeterli sayıda milletvekili olan bir iktidardır. 1991’den bu tarafa yeniden tek parti iktidarı kurulmuştu, buna mukabil ne seçmenlere verdiği vaadi yerine getirebilmiş, ne de dış olaylar karşısında doğru politikalar üretebilmiştir. Birliğimiz bütünlüğümüz çok ciddi bir tehdit altındadır. Irakta olup bitenler, Ortadoğu’da olması muhtemel olaylar, bunların hepsi bizi çok yakından alakadar ediyor ve birliğimize tehdit içeriyor, çok açık söylüyorum bu iktidar Kıbrıs’ı elden çıkarmıştır, Kıbrıs’ı vermiştir. Bu konuda tek dayanağımız Papadapulos’un Annan planını kabul etmemiş olmasıdır. Dua edelim, temenni edelim ki Papadapulos, Türkiye’nin isteklerini kabul etmesin, hiç olmazsa bu sayede Kıbrıs’taki fiili durum devam etsin, askerimizi çekmeyelim.

İç politikada durumlar nasıl?


Evet, bütün bunlar bir taraftan cereyan ederken başta çiftçinin, işçinin, memurun, dar- orta gelirlinin son derecede mağdur bir durumla karşı karşıya kalmış olduğunu görüyoruz. Ekonomide bu kadar ağır bir tabloya rağmen ne hikmetse Türkiye’de bilinçli-güçlü, bu iktidarı sarsacak, bu iktidara karşı olan bütün herkese; bu iktidar iyi değilse onun karşısında da güçlü bir muhalefet var, diyebilecek veya onların yüreğine su serpecek, bir muhalefet yok.  Geriye bıraktığımız üç buçuk yıl içerisinde böyle bir muhalefette, böyle bir muhalefet partisi de veya topyekün böyle bir muhalefet talebi de maalesef oluşamamıştır.


-Dedikleriniz çok önemli, bir tarafta bu iktidarın başarısız olduğunu söyleyebiliyorsunuz, fakat alternatifin olmadığını da belirtiyorsunuz. Bu bir vehamet tablosu değil midir?


Efendim şunu söyleyeyim, bugüne kadar yapılan kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki muhalefet cephesinde ciddi bir gelişme yoktur. Ama genel olarak iktidardan da bir memnuniyetsizlik vardır. Bu sadece benim ya da birkaç insanın kanaati değil seçmenin, vatandaşın kamuoyu yoklamalarında da yüzlerine yansıyan, asıl onların kanaatidir. Ve ben Cumhuriyet dönemine ait Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel ve Özal döneminde Türkiye bu kadar muhalefetsiz olmamıştır. Siyasi partiler, muhalefetteki bütün partiler bir kamuoyu yoklaması yapıldığında oyları binde 5, yüzde 1 gibi hiç sevinilemeyecek bir miktarda artsa bile bunun için neredeyse havaya takla atıyorlar. Bir taraftan da bu kadar başarısız bir iktidar var, diğer taraftan muhalefetin oyları kıpırdamıyor. Bu bir siyasi tıkanıklıktır. Bu devam etmemelidir ama Türkiye bunu aşabilecek yeterli siyasi tecrübeye de, devlet tecrübesine de demokratik tecrübeye de sahiptir. Yaşananlar, muhalefetteki siyasi kadroları öyle görülüyor ki yeterli derecede sarsamamış, harekete geçirememiş. Hala geçmiş dünyalarında yaşıyorlar. Ama bu devam etmez. Türkiye 72 milyon, bu kadar yetişmiş insanı var, her sene neredeyse yarım milyona yakın üniversiteleri mezun vermekte, güçlü bir ülke, çaresiz değildir.


-Peki, bugünkü duruma bakarsak, halk nasıl bir muhalefet istiyor?  


Evet, şöyle söyleyeyim, aslında toplum susmaz ama toplumun konuşması bireylerin konuşması gibi olmaz. Bazen bir öfke, bazen bir sevinç halkın tepkilerini, temayüllerini ortaya koyar. Bugün Türkiye’de iktidar bu durumda, kendi içi karışmış ya da her an karışabilecek durumda ortada muhalefet yok ama buna mukabil işte basında medyada da sürekli dile getirilen yükselen bir milliyetçilikten, milli tepkiden bahsediliyor. Bu doğrudur, bu kolektif bir tepkidir. Bunun içinde AKP’lisi var, DYP’lisi var, CHP’lisi var, bütün Türkiye var. Ama Türk milleti belirli konulardaki memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini de ortaya koymaya başlamıştır. Ben filmini de seyretmedim, dizilerini de çok fazla seyretmedim ama Kurtlar Vadisi Irak filmi Türkiye’de seyirci rekorları kırıyorsa bu da gösteriyor ki artık millet konuşmaya başlamıştır, ortada çok ciddi bir tepki vardır.


-Milliyetçiliğin bu kadar büyümesinde etkili olan faktörler nedir pekiyi?


Sadece hükümetin Batı karşısındaki teslimiyetçi tutumu bile Türkiye’de bir milliyetçi tehlikenin oluşmasına yeterli olabilirdi. Ve şu andaki tepki milliyetçilerin tepkisi değil, bu farklı bir şey. Türkiye’nin her yerinden, her partiden vatandaşından yükselen milliyetçi bir tepki var. Bugün Türkiye’de en çok neye karşı tepki gösterileceği ile ilgili bir kamuoyu araştırması yapılsa ve karşı olmakta bir ortak payda aransa bunun cevabı Türk askerinin Irak’ta başına geçirilen çuval çıkar. Ne yaptı Sayın Başbakan? Nota verilsin, falan dediler, bu tepkilere Sayın Başbakan “Ne notası müzik notası mı?” diyerek yanıt verdi. Tepkisi bu oldu, inanıyorum ki bu millet daha bunu hazmetmemiştir. Kıbrıs’taki durum Rauf Denktaş’a reva gördükleri muamele, sayın başbakan bir tek Annan’ı görmek için kalktı Davos’a gitti, başka hiçbir iş yapmadı. Yabancılar olduğu vakit, Avrupa, ABD olduğu vakit bu hükümetin çok yumuşak tutum takındığını görüyoruz ama Türkiye’ye gelince de bizim insanımıza sözgelimi bir Rauf Denktaş’a karşı gösterdiği bu şiddet ve celalet fevkalade bir şekilde insanımızın vicdanını rahatsız etmektedir. Hatta kendi partisinden olanlar belki daha fazla rahatsızlık içerisindedirler, çünkü zamanında bunun yüz binde biri, on binde biri dahi sayılmayacak olaylar karşısında muhalefetteyken çok daha büyük tepkiler ortaya koydular. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği’nin Türkiye’den istekleri var, seni üye yapacağı, diye. Bunların hepsi birer büyük tehdittir. Azınlıkları yeniden tanımlayınız, Irak’a Suriye’ye vereceğiniz suyu uluslar arası bir kuruluş belirleyecek, Ermeniler hakkındaki iddiaları kabul edin ve yarın kimseyi askere alamayacaksınız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar verebilir, millet diyor ki; Yahu bölücülüğe insan hakkı var, özgürlük varda din ve vicdan özgürlüğüne gelince, mesela başörtüsü, mesela İmam Hatip Okulları ve benzeri durumlara gelince acaba neden burada demokrasi insan hakları yok”. Bugün AİHM neden Türkiye’nin büyük bir bölümünün, bu din ve vicdan hürriyeti konusunda da özgürlüklerden istifade etsinler talebine adeta -mahkeme duvarı derler- bu kadar vurdumduymaz yaklaşıyor. AİHM ve Avrupa kamuoyu bölücülük söz konusu olduğu vakit avucunu sonuna kadar açıyor, ama nerede din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili bir konu gelse mahkeme duvarı, yüzü gülmüyor, lehte en ufak bir karar çıkmıyor. Hâlbuki bu iktidar demişti ki, “Bakmayın siz bizim AB’ci olduğumuza, biz bunu böyle yapmak mecburiyetinde kaldık ama bu sayede Türkiye’de mütedeyyin vatandaşlara da din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili yeni özgürlükler gelecektir. Bugün problem olan birçok konu bizim istediğimizden daha detaylı bir şekilde hallolacaktır.” Bu dedikleri tamamen boşa çıkmıştır ve hatta mevcut durumun da aleyhine olmaktadır. Bütün bunlar milletimizin haklı olarak milliyetçi bir tepki ortaya koymasına yol açıyor. Bakın Türk milleti olarak tarih boyunca toprak kaybetmek, içimize ayrılık ve nifak tohumları ekilmesi ve batının iç işlerimize karışması (Tanzimattan Cumhuriyet’e kadar batılılar her an bizim iç işlerimize karışmışlardır) gibi konular her zaman milliyetçi tepkilerin oluşmasına vesile olur. Hani “Su aka aka yolunu bulur” denir ya, bu da gide gide mutlaka yatağını da bulur muhalefet bu milliyetçi duygulara yaslanarak ama bunu tepkisiz bir şekilde değil üzerine yeni bir politika inşa edebileceğimiz kadar derin bir şekilde ele alacak ve her kesimin katılabileceği bir siyasal söyleme dönüştürerek İnşallah var edebilir önümüzdeki günlerde.


-Son zamanlarda hep konuşuluyor, acaba yeni bir oluşum var mı?


Ben, yılları siyaset içerisinde geçmiş, bu konuda bir şeyler öğrenmiş milletin bir ferdi olarak ifade ediyorum ve bu benim temennimdir. Çok kısa olarak bir hususu belirteyim, AKP’nin kaybı milli konular hususundaki duyarsızlıklarından oluşacaktır. Bu geminin su alacak deliği burasıdır. Bu gemi buradan batacaktır . İlla AKP iktidar olsun olmasın şeklinde bir düşünce içerisinde değilim, Türkiye’yi idare etmiş olmalarından da hiçbir özel rahatsızlık duymuyorum. Yarın başörtülü bir hanımefendi ile bir beyefendi Cumhurbaşkanı olursa bu beni hiç rahatsız etmez, bu Cumhuriyet’in sonu falan da olmaz ama bu politikasızlık, bu Kıbrıs politikası, bu AB ile ABD karşısındaki teslimiyet, bu iktidarın gemisindeki büyük bir deliktir ve devamlıda su alıyor. Bir avantajı var, ciddi bir muhalefeti yok ama Türkiye siyasetsiz kalmaz, Türkiye muhalefetsiz kalmaz. Ya mevcut partiler bunu gerçekleştirir ya da başka oluşumlar olur. Derseniz ki bunun neresinde duruyoruz, arayışlar, her zaman olur, bugünde vardır, ama benim burada ifade etmek istediğim ciddi bir yapılanma için arayış ve araştırma olduğunu söylememiz mümkündür. Ama dediğim gibi Türkiye’de sadece muhalefetin yapılanması değil önümüzdeki seçimlerinde hızla namzedi olabilecek bir yapılanma olacağı noktasındaki kanaatimi hala muhafaza ediyorum. Somut bir gelişme var mı derseniz? Onu şu anda rahatlıkla kamuoyunun gündemine getirebilecek konumda değilim. Ama bu tür arayışlar mutlaka yolunu bulacaktır.


-Peki, böyle bir arayış olsa lider var mı?       


Bu liderlik öyle bir şey ki; bunun adayı olunmuyor. Lider varsa var oluyor, yoksa zaten yok oluyor. Bir lider olsa onu tartışıyor olurduk, mutlaka farkında olurduk. Söz ondan açılır, laf onunla başlar, onunla biterdi. Böyle birisinin de olmadığı görünüyor. İktidar var, belli bir oyu var ama parça parça oylardan oluşmuş bir taban bu ve ne kadarda süreceği belli olmayan bir birliktelik. CHP’de dalgalı, onun için böyle bir liderin olmadığını söylüyorum ama her an olur. Şunu da belirteyim; siyasal hareket başlar, bir sosyal hareket başlar, sonra o hareketin içinden lider çıkar. Mesela 1946’da DP kurulduğunda merhum Adnan Menderes kuruculardan birisiydi, sevilen bir isimdi ama 1950’de başbakanlığın tek namzeti değildi. Sonra Demokrat Parti seçimleri kazandı, o siyasal harekette kendi liderini çıkarmıştı. Bunu çoğaltabiliriz, onun için ben muhalefet partileri için genel manada şunu söylemek istiyorum; efendim ABD büyük dostumuz müttefikimiz, AB vazgeçilmez hedefimiz diyerek, bugün Türkiye’nin karşılaştığı badirelerle ülkeyi düzlüğe çıkartamazsın. Türkiye artık ne 1960, ne 70 ne de 80- 90’lı yılları yaşıyor, çağımız 2000’li yıllardır. Etrafımızda olup bitenleri izleyerek gelişmelere şöyle bir bakıvermemiz bugünü anlamak için yeter. Diğer taraftan efendim küreselleşme, Pazar ekonomisi, demokrasi gibi kavramlarında içi boşalmış durumdadır. Bunlar artık vatandaşa bir şey ifade etmiyor. Bunların yeniden tanımlanması ve milletimizin özlemleriyle istekleriyle bunların bir kaynaştırılıp yeniden ortaya konulması lazımdır. Aman Avrupa ne der, ABD ne der, TÜSİAD ne der, basın ne der? Gelme dersek Papa bize kızar mı? Bu endişelerle, bu korkularla, ne iktidar ne muhalefet Türkiye’yi idare edemez. Türkiye bu gölgenin altına girdi miydi biz o zaman kendi kendimizi ezmeye başlarız. Biz dik başlı olabilmeliyiz, biz dik başlı olmayı da bilebilen, bunun ne zaman ve nasıl gösterilmesi gerektiğini de bilen bir toplumuz. Zülfüyare dokunmadan muhalefet olmaz, fincancı katırlarını ürkütmeden muhalefet olmaz. Muhalefet zor iştir. Hiçbirisini karşınıza almadan, hiç kimseyi yanınıza alamazsınız. Bu genel kuralları görmediği müddetçe muhalefet olmaz. CHP yıllarca bizim saygı duyduğumuz bir siyasi partidir. Amaç CHP’yi eleştirmek değildir ama ana muhalefet partisi bir gün çıkıyor, bu iktidarın ülke için çok tehlikeli olduğunu söylüyor, sonra meclisten en olmaz bir konuda, diyelim ki seçim barajları meselesinde, hemen iktidarla anlaşabiliyor, aynı noktada durabiliyor. Bu tür tezatları da siyaset kabul etmez. Yeni bir duruş, yeni kavramlar, yeni bir dil bu artık siyaset için mecburi hale gelmiştir, bununla mutlaka bu toplumun sosyal yapısını ve siyaseten ana gövdesi olan merkez sağın bir yeni terkibi, bir yeni siyaseti meydana getirmesi lazımdır, millet kolaylıkla onun etrafında toplanabilsin. Bu manada yeni bir siyasete ihtiyacımız var. 


-Son olarak son günlerde yaşanan olayları size sormak istiyorum. Trabzon’daki papazın öldürülmesi olayı ile de birleştirirsek yaşananları nasıl yorumluyorsunuz? 


Trabzon Karadeniz’in en önemli limanıdır, Akdeniz’i, Anadolu’yu, Orta Asya’yı dünyaya açar. İran’ı Avrupa’ya bağlar. Aman Trabzon’u Fatih almasın diye Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan annesini Fatih’in yanına gönderir. Bölge çok önemlidir, Pontus hedefleri falan da bitmemiştir, bunu da açıkça söyleyeyim. Onun için Trabzon’da bir karışıklık olmaması yadırgatıcı olurdu. Trabzon son derecede stratejik bir yerdir. Bölgenin bilinçli kaşındığını düşünüyorum. Tabi aslında Türkiye kaşınıyor, burada problem hükümetin bunu çözmeye yönelik bir politikasının olmamasıdır. En temel meselelerde bile hükümetin ne dediği, bugün ne diyeceği belli değil. Kimin gözlüğüyle baktığı da önemli. Batının gözlüğüyle mi bakıyor, Anadolu, Türkiye gözlüğüyle mi? Aslında bu da bir yerde tam belli değil. Danimarka’da meydana gelen olay, (karikatür olayı) son derecede önemli bir olaydır. Bu Danimarka’nın işi değil bu ABD’nin olur, AB’nin olur, bazı büyük Avrupa ülkeleri Danimarka’ya bu ihaleyi verirler, böyle bir iş yap, derler.  Bütün İslam ülkelerinin buna birlikte tepki göstermeleri gerekirdi. Ben şunu söyleyeyim ‘efendim basın özgürlüğü’ hayır böyle bir şey olmaz. Müslüman bir ülkede Hz. Muhammed’in karikatürleri yapılsa (hâşâ) ona hesap sorulsa, o ben basın özgürlüğünden dolayı elimden bir şey gelmiyor, dese haklı olmasa bile bu bir savunmadır. Danimarka bir Hıristiyan bir ülke, evet Müslümanlar var ama onlarda Danimarka kökenli değil. Sonuçta Danimarka’da ortaya çıkan olay bir iç hukuk meselesi değildir, İslam ülkeleriyle Danimarka arasında uluslararası bir meseledir. Bu doğrultuda biz bu meseleye bakıyoruz ve bunu çözmek lazım. Yoksa biz sizin dini hislerinizi rencide edici bir takım eylemlere, özgürlükler diyerek saldırıda bulunursanız sonu gelmez bir hata olur. Dünya barışı da bundan çok büyük zarar görür. “Ey Rasmussen bu olup bitenler karşısında aklınızı başınızı devşirin”, denmelidir ve bununda öncülüğünü Türkiye’nin yapması gerekir. Ama “yapamadık, aracı olacağız” dedik, peki kimin arasında aracı olacağız. Danimarka Başbakanı, ben taraf değilim, diyor. Batı karşısına komünizmden sonra İslam düşman olarak çıkarılmak isteniyor.


Türkiye’yi de İslam Dünyası’nı da çok önemli dönemler bekliyor. Bunlar gösterilerle de halledilecek şeyler değil, bu geçiştirebileceğimiz bir olay değildir ve gerekeninin yapılması gereken bir olaydır. 


 


Söyleşi: Hamdi BAĞCI