Hiç düşündük mü, bugün gazeteler, radyo ve televizyonlar, toplumumuzda meydana gelen yüz kızartıcı, utanç verici, ahlaksızlık, fuhuş, tecavüz, hırsızlık, soygun, vurgun gibi olayları resimli-sözlü olarak bütün ayrıntılarıyla neden sunuyorlar? Yalnızca habercilik anlayışı ile mi yapılıyor bütün bunlar? Yoksa bu ayrıntılar, güvenlik güçlerinin işini kolaylaştırmak için mi? Yoksa bunların dışında, yapılan ahlaksızlığın yaygınlaşması, saf beyinlerin ifsat edilmesi, demek böyle de yapılıyormuş, böyle yapıldığı halde bir şey de olmuyormuş gibi yaklaşımların yaygınlaşması için midir bu yapılanlar?
Cemil Meriç, Osmanlı’da roman yoktu, çünkü dram yoktu der. Gerçekten de edebiyatta roman türü, dram toplumlarının ürünüdür. Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerinde dramlar arttı, roman türü ürünler de artmaya başladı. Günümüz toplumlarında da öyle, yaşanan pek çok olay pek çok romana konu alacak zenginlikte(!) Romanı keşf eden batılı kafa, yaşadığı entrikaları, bire bin ekleyerek yazıya döküp başkalarına dökmekten zevk almakta.
Teşhirci batı toplumunun aksine bizim toplumumuzda, günahkârlar olabildiğince günahları gizli işlemeye çalışırlar, günahların aleni işlenmesine iyi bakılmaz. Dinimizde de günahı açıktan işlemek katmerli günahtır. Zira aleni olarak günah işleyen yahut işlediği günahı anlatan kimse bir günah işlediği için vebal altındadır, bir de günahını açıklayıp başkalarına kötü örnek olduğu için vebal altındadır. Onun için bizim kültürümüzde ölüler bile iyilikleriyle anılır da kötülükleriyle hatırlanmaz.
Kur’ân, Medine’de Hz. Peygamberin eşi Hz. Aişe hakkında iftira atanların oyununa gelen ve iftira yaygarasını dillerine dolayan müminleri şu şekilde şiddetle uyarır:
Müminler arasından ahlaksızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (24/19)
Bu uyarı müminlere gelmişti. Bu uyarıya muhatap olan müminler, doğrudan zina iftirasında bulunmamışlardı. Zaten Hz. Aişe annemiz hakkında münafıkların da açık bir zina ithamı yoktu. Yalnızca onlar, annemizin, bir erkekle beraber Medine’ye döndüğünü söylemişler, bazı Müslümanlar da bilerek yahut bilmeyerek bu iftiraya çanak tutmuşlardı. Ayette sözkonusu edilen Müminler arasından ahlaksızlığın yayılmasını arzu edenlerden kasıt ahlaksızlığı işlemek yahut onu doğrudan doğruya yaygınlaştırmak değildir. Kast edilen aslı astarı olmayan bir ahlaksızlık haberini yaymaktır. Çünkü ahlaksızlık haberi gündem olursa, ardından o ahlaksızlığın normal görülmesi, bazı zayıf iman ve iradeli kimselerce işlenmesi gündeme gelebilir. Hele bir de dillendirilen bu haber, aslı astarı olmayan bir haber olursa!
Bütün bunlara rağmen haber yapanlar, neden ahlaksızlık olaylarını bütün ince ayrıntılarıyla haber(!) yaptıklarını sorgulamalıdırlar. Aldıkları, izledikleri bu tür yayınlarla bu tip haberlere çanak tutan müminler de kendilerini bu dinî uyarılarla hesaba çekmelidirler.
Unutulmasın ki bâtılı/günahı/haramı tasvir etmek, saf zihinleri idlâl eder, onları bozar, onların gündemlerine kötülüklerin gelmesine sebep olur. Bu nedenle müminler bulundukları meclislerde, takip ettikleri basın yayın organlarında bâtılın tasvirine müsaade etmemelidirler. Bâtılı tasvir eden meclislerden, kanallardan, gazete ve dergilerden uzak durmalı, onlara karşı tavır almalıdırlar.