Türkçemizde bir söz vardır: “Sayılı günler çabuk geçer” diye.
Bütün yönleriyle bereket ve rahmet vesilesi olan kutlu Ramazan ayı, aramızdan ayrılmak üzere. Önemli olan bizim manevi kazancımız ne oldu? sorusudur. O, sağ olanlara bir daha, bir daha gelmeye devam edecektir.
Her hayırlı işin akabinde bir sevinç ve mutluluk vardır. Ramazan ayına hakkını veren mü’minler, neticede bu mutluluğu yudumlayacaklardır, elbette.. Ama firaset sahibi mü’minler için bu o kadar da kolay olmayacaktır, diye düşünüyorum. Çünkü Müslüman empati yapan kimsedir. Kendi nefsi için istediğini, mü’min kardeşi için de isteyen.. Kendi nefsi için istemediği bir şeyi mü’min kardeşi için de istemeyen.. İşte bu bağlamda meseleye yaklaştığımız zaman maalesef bu yıl da Ramazan bayramı bizim için buruk geçecek demektir. Bunun birçok haklı sebepleri var:
Hala ülkemizin gündeminden terör belası çekip gitmedi. Analar ağlıyor, çocuklar yetim kalıyor. Nice ocaklar sönüyor. Bütün bu olup bitenler, tarih boyunca, şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklarda insanca yaşama standartlarını yükseltme çabalarının önüne ket vuruyor, bariyer oluşturuyor. Bütün bir dünya ümmetleşme sürecine girerken, zihinleri idlal ve iğdiş edilmiş gençlerimiz terörün ağına düşürülerek gençlikleri heba edilip gidiyor. Olan, tarihin bir daha büyük milletimizin omuzlarına yüklediği liderlik misyonunun geciktirilmesine oluyor.
Öte yandan İslam Dünyası kaynıyor. Arap baharı adı verilen ve dipten gelen devrim dalgaları henüz dinmiş değil. Bazen dalganın trendi artıyor bazen da düşüyor. Ben inanıyorum ki, şu bilgi ve iletişim çağında toplumların insanca yaşama talepleri ve özgür irade beyanlarının önüne hiçbir güç geçemeyecektir. Her ne kadar bugün halkların özgürlük talepleri çok ağır bir şekilde bastırılıyorsa da ilelebet bu durum devam etmeyecektir. Çünkü özgürlük insanın doğasında vardır, makam-mevki ve servetle satın alınamayacak kadar çok değerlidir. Tahrir meydanında tutuşturulan özgürlük ateşi, çağdaş zalimlerin iktidarlarını sarstı. Her geçen gün, halkın tercihi, hayat bulmakta ve Mısır’da meydana gelen bu değişim, bastırılan, sindirilen ve korkutulan Müslüman halklara özgüven duygusu kazandırmaya hizmet etmektedir.
Şu mübarek Ramazan ayında, komşumuz Suriye yangın yeri. Ümmet topraklarını özel mülkiyeti gibi gören insanlar, kendi kişisel kaprisleri için halklarını yok edilmesi gereken haşereler gibi görüyor. Bir ülke, iktidar uğruna, halka rağmen, halkın vergileriyle yıkılıyor yok ediliyor. Canlar gidiyor. Çocuklar yetim, namuslar payimal, kadınlar, yaşlılar katlediliyor. Bu zulüm deryasında var olma mücadelesi veren zalimler, ne kadar da körlük yaşıyorlar. Zulümle abad olunmaz. Er veya geç Suriye halkı çok yakın bir zamanda bu zalimleri devirecek ve kendisine ihanet eden tüm zalimlerden hesap soracaktır.
Bir başka trajedi Burma’da yaşanıyor. Irkçı Burma yönetimi Fravun taktiğiyle Müslümanları etnik ve mezhepsel ayrımcılığa tabi tutuyor. 1000 yıldan beri yaşadıkları toprakların varisi olan Müslümanların başına “Arakan” sıfatı getirilerek doğup büyüdükleri topraklarda ya katliama tabi tutuluyor ya da yerlerinden yurtlarından göçe zorlanıyor. İslam geçmişini hatırlattığı için “Burma” yerine “Myanmar” sözcüğü tercih ediliyor. İsimler üzerinden yeni bir kimlik inşasına gidiliyor. Filistin, Afganistan ve Irak’ta sular durulmuş değil, henüz. Bütün bir İslam âlemi hareketlilik içerisinde bulunuyor. Ümmet, doğudan batıya mülteci konumuna düşürülmüş, aç, biilaç yaşıyor.
Böyle bir ahval dâhilinde bayram yapacağız. Öyle mi?