Basının kurumsallaştığı yerleşim merkezlerinde gazeteciler her yıl iki etkinlik kutlar. Gazeteciliğin önemini bilen kurum ve kuruluşlar, mesleğimizin gücünden yarar sağlamak isteyen iş adamları ve politikacılar kutlama mesajları yayınlar, ziyaretler yapılır. Bu kentteki meslek örgütlerimiz ise bir şeyler yapmaya çalışır.
Adına “bayram” denen bu organizasyonlara emekli gazeteciler işleri olmadığı için katılır, genç gazetecilerin o gün mutlaka bir işleri olduğu için pek katılamazlar. Bu yapay, verimsiz, içeriği boş kutlamaların ilki dün yapıldı. Ama kimse gazetecilerin “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı”nı, niye bayram gibi kutlayamadığını hatırlamadı.
Evet. İki etkinliğimiz var demiştim, birini yazdım, ikincisi ise 24 Temmuz’daki Gazeteciler Bayramı’dır. Neden 24 Temmuz? Zira, 24 Temmuz sansürün kaldırılışının yıldönümüdür de ondan. Peki nereden çıktı bu bayram diye aklınızdan geçirdiğinizi hissediyorum.
Onu da anlatayım…
Her mesleğin kendine özgü bir günü var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1946 yılında kurulduğu zaman "gazeteciler için de bir gün belirleyelim" düşüncesi ortaya atılmış. "İlk gazetenin çıktığı günü belirleyelim" demişler. Ama iki ayrı görüş ortaya çıkmış. İlk gazetenin çıkışı kimilerine göre 1831, yani Takvim-i Vakayi'nin yayınlanışı. İlk Türkçe gazete ama onu, resmi gazete olduğu için ilk gazete saymayan görüştekiler de 1861, yani Tercüman-ı Hakikat'ın çıkışını ileri sürmüşler. Bu anlaşmazlık nedeniyle o konuda her zaman olduğu gibi bir görüş birliği olmamış. Bunun üzerine Falih Rıfkı Atay, Akşam gazetesinde 24 Temmuz'u ortaya atmış. 24 Temmuz, II. Meşrutiyet'te Anayasa'nın yeniden yürürlüğe girmesinin ertesinde 24 Temmuz'da çıkan gazetelerin gazeteciler tarafından sansür memurlarına verilmeden, onlara göstermeden çıkarılmış olduğu bir gün. Bu nedenle Falih Rıfkı Atay’ın önerisi yani 24 Temmuz Basın Bayramı olarak belirlenmiş.
Gazetecinin özellikle yazı işlerine bağlı birimlerde çalışan arkadaşların gecesi gündüzü yoktur. Kar yağdı, işe gitmeyeyim gibi lüksleri de olamaz. Gazete hazırlanacaktır ne olursa olsun. 10 Ocak günü etkinliklerle kutlanır gazeteciler arasında. Ama bayram adıyla değil, Çalışan Gazeteciler Günü olarak.
Diyebilirsiniz ki çalışmayan gazeteci olur mu?
Nereden çıktı bu isim?
Onu da paylaşayım sizlerle…
1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 sayılı Yasa yürürlüğe girer. Yasadaki hükümleri beğenmeyen 9 gazete patronu, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı alırlar. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Sendika binası önünde toplanarak Vilayet'e kadar bir yürüyüş yaparlar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında Sendika'nın öncülüğünde, “Basın” adıyla kendi gazetelerini 11–12–13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımlarlar. O tarihten sonra 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlanır.
1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne büyük kısıtlamalar getirilir. Bu kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak "Bayram" olmaktan çıkarılır ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılır. Görüyorsunuz. Basın düz yollardan gelmedi bu günlere. Ne badirelerden geçti büyüklerimiz. O devirlerde gazeteci denildiğinde saygın bir yeri vardı mesleğimizin. Sorulduğunda gururla “gazeteciyim” diyebiliyorduk.
Biz birbirimizi iyi biliriz.
Var mı aramızda bugünkü koşullarda “gazeteciyim” diyebilen?
Var mı gelecek kaygısı duymadan ayakta durabilen?
Var mı sadece yazdığı haberden, çektiği fotoğraftan veya görüntüden sağladığı gelirle ayakta durabilen?
Kendi mesleki hukukunu çağdaş insan hakları standartlarında koruyabilen, yarınlar için “ekmek parası” kuşkusu duymayan kaç gazeteci var?
Var mı bayram yapan gazeteci?
Sorduğum sorulara bu kentte alın teriyle, onuruyla dik durmaya gayret eden meslektaşlarımın “okey” vereceğini, yayın organlarında çevirdikleri entrikalarla, gerçek basın emekçilerini ezen ve sömürenlerin burun kıvıracaklarını, hakkımda özel operasyon kararları alacaklarını bile bile yazıyorum bu cümleleri.
Biz birbirimizi iyi biliriz.
Bu kaypak ve kaygan meslek ortamında “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü”nü gönülden hatırlayan dostlara teşekkürlerimi sunarım.
Yazının bütününden çıkacak ana fikrin yorumunu ise “gazeteciyim” diyebilecek meslektaşlarımın sağduyusunu bırakıyorum.