Yazının başlığı ağır bir halk ilenci aslında. İnsanlar birilerine kızdıkları zaman “bayramın kara gelsin, derler. Yarın arife, öteki gün bayram, dilerim bayramınız sevinç ve şenlik içinde geçer.
Benim için pek iyi gelmedi bayram. Günlük kaygılar, geçim dertlerinden filan söz etmiyorum, bunlara alıştık, bağışıklık kazandık zaten.
Temmuz-ağustos ayları orman alanlarında meydana gelen yangınlar konusunda çok kritik aylar. Gün geçmiyor ki bir yerlerin yandığını duymayalım.
Geçtiğimiz cumartesi- pazar Sarıoğlan civarındaki yaylalarda, yörük dostlarımın yanındaydım. Yaşlı yörük dostum Dede Yanal ağlamaklı bir sesle “Gülnar ormanı yine yanmış, dedi. Biliyordum, sadece orada değil yurdun beş altı yerinde birden yangınlar çıkmıştı. Canım ormanlar küle dönüyordu.
Dede Yanal’ın Gülnar yangınından söz etmesinin özel bir anlamı vardı aslında. Göçer yörüklerin yaylaya iniş ve çıkışlarında yolları bu ormanların içinden geçiyordu. Aydıncık, Bozyazı taraflarına giderken birkaç kere yolum düşmüştü Gülnar’a. Muhteşemdi o kızılçam ormanları.
Aydıncık İlçe Tarım Müdürlüğünden arkadaşlarla çevredeki yörük obalarını gezerken, keçi sürülerinin ekonomiye katkılarının yanı sıra ormanlık alanlara iki temel katkısını anlatmışlardı. Sürüler ormanlık alanlarda otlarken doğal olarak gübrelenmesini sağlıyor, tırnakları ile taban araziyi altüst ettikleri için orman yangınlarını önlüyorlardı.
Orman Bakanlığı, keçi sürüleri ormanlık alanlara zarar veriyor, gerekçesiyle göçer yörüklere büyük baskı uyguluyor, akıl almaz cezalar kesiyordu. Giderek göçerlerin Gülnar ormanlarına girmelerini de yasakladılar. 2008 yılında bu ormanların büyük bir bölümü yandı. Tanıdığım yaşlı bir yörük ağlamaklı bir sesle tepkisini şöyle dile getirmişti. “Ormanı yörüğe yasak ettiler, ormanı yaktılar. O büyük yangın sırasında ibretlik bir olay da yaşanmıştı. Orman içinde kalan bir yörük obasının yanına kadar ulaşan yangın o noktada sönmüş çünkü taban arazide yanacak hiçbir şey yokmuş. Bu olayı Dede Yanal anlatmıştı bu temmuz sonunda çıkan son yangını anlatırken.
Perşembe günü bayram.
Eskilere takılıp kalan biri değilim ama kimi zaman eskilerin daha güzel olduğunu düşünürüm. Eskilerde ramazan ayı görgü ayıydı, edep ayıydı. Kimse pazardan aldığını göstere göstere gitmezdi evine. İftar saati masalar sokaklara taşmazdı. İnsanlar konu komşuyu, fakir fukarayı çağırırlardı iftara. Şimdiki gibi zengin zengini değil.
Parası olanın bayramı tatil sayıp denize gitmediği yıllardı.
Köyde her mahallede bir oda vardı. Mahallenin büyükleri bayram namazından sonra bu odalarda toplanır, yemekler odada hep birlikte yenirdi. Her evden birkaç kap yemek giderdi. Yani ekmek üleşilirdi. Köyün delikanlıları, çocuklar bütün odaları tek tek dolaşarak büyükleriyle bayramlaşırlardı.
İnsanlar biraz daha yoksul ama biraz daha mutluydular.