Yakın geçmişimizin en büyük İslam alimlerinden biri olarak kabul edilen Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, vefat yıldönümünde rahmetle anılıyor. Küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanan Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis doğumluydu ve 83 yıllık ömründe birçok zorluğa rağmen İslami mücadele vermekten vazgeçmemişti.
Yakın geçmişimizin en büyük İslam alimlerinden biri olarak kabul edilen Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, vefat yıldönümünde rahmetle anılıyor. 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen ve 1960'ta Şanlıurfa'da Hakk'ın rahmetine kavuşan Üstad'ın genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüştü. Küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanan Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmişti.
İDAM İLE YARGILANDI, BERAAT ETTİ
Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettiren, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatan Üstad, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete de destek vermişti. Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yaptı, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekti. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılandı.
1. DÜNYA SAVAŞI'NDA BİZZAT SAVAŞA
KATILDI, ESİR DÜŞTÜ
Bediüzzaman I. Dünya Savaşı'nda talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katıldı. Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I. Dünya Savaşı'nda Rusya'da esir düştü, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a geldi. İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edildi. Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırladı ve bu nedenle İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmaya başlandı. Milli mücadeleyi savundu ve destek oldu. Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazandı ve 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılandı.
HAPİSHANE VE SÜRGÜNLER ONU YILDIRMADI
Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetti. Ancak 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'dan alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürüldü. Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazdı. Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istediler. 1935 yılında ise Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatıldı ve Bediüzzaman ile 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesi'ne gönderildi. Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kaldı ve Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de 6'şar ay hapis cezası verildi.
SÜREKLİ GÖZ HAPSİNDE TUTULDU
Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklandı. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya, oradan da trenle Isparta'ya ve sonra da Denizli'ye getirildi. Yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etti. Daha sonra Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulması emredilen Said Nursi, hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alındı.
Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçti. Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltıldı ve böylece Kur'an tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlandı. 1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakıldı. Buna rağmen Üstad hakkında defalarca tutuklama kararı çıkartıldı, içeri alındı, serbest bırakıldı, yeniden soruşturma açıldı, yıldırılmak istendi ama o asla yılmadı.
MENDERES DÖNEMİNDE DE BASKI ALTINDA OLDU
Ocak 1960'ta Ankara'ya girmesi polis tarafından engellenen Bediüzzaman buradan Isparta'ya gitti. Bu dönemde ağır hasta olan 83 yaşındaki Said Nursi, daha sonra talebeleriyle birlikte Urfa'ya gitti. Burada, yürüyemeyecek kadar rahatsız olan Said Nursi'nin yerleştiği otele gelen polisler, İçişleri Bakanının emriyle Bediüzzaman'ı Isparta'ya geri götürmeye çalıştılar. Said Nursi bu baskılar sürerken 23 Mart 1960 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.