Bekir Coşkun neden Zaman'da yazmak istiyor?

Bekir Coşkun yakında Cumhuriyet'te yazmaya başlıyor. T24'ten Selin Ongun'a kovulma sürecini anlattığı röportajında ise "keşke Yeni Şafak ya da Zaman'da yazsam" dedi. İşte o röportaj...

Hükümete karşı bir muhalif tavrı olan Bekir Coşkun, bilindiği üzere tam bir yıl önce Hürriyet'ten ayrılmış ve Habertürk gazetesine geçmişti. Gazetenin "büyük transferimiz" dediği Coşkun, Turgay Ciner'in, "Üzerimde Allah var. Hükümet ve AK Parti'den baskıyı bırakın, telkin bile olmadı. Bu benim patron olarak tasarrufum. Bir kişi benimle ilgili üst üste yüz tane yazı yazarsa ve bunu adeta bir kan davası zihniyetiyle yazarsa, ben empati yaparım ve bundan rahatsız olurum. Basın meslek ilkelerine uygun hareket etmeyen bir kişiyi çalıştırmak zorunda değilim. Bekir Coşkun gazetedeki işine son verilen ne ilk ne de son kişi. Kan davası zihniyetiyle yazan yazar varsa ben o kişiyi gazetede tutmam" açıklamasıyla kovuldu.

Artık okurlarıyla Cumhuriyet gazetesinde buluşacak olan Bekir Coşkun, T24 haber sitesinden Selin Ongun'un sorularını yanıtladı. Habertürk'ten kovulma sürecini, yayına hazırladığı yeni kitabını, hatalarını, yapmayı planladıklarını anlattı.

İşte kovulma sürecinden beri ilk defa uzun uzun konuşan Bekir Coşkun'un açıklamaları:

"HATALARIM VAR, AMA YÜZ KIZARTICI SUÇUM YOK"

"Biz niye bu hale geldik? Ben bütün yaşantıma bakıyorum. Erik çalmamdan komşunun camını kırmama, kızına asıldım diye babasından fırça yememe, sevgilime söylediğim bütün yalanlara, hepsine, her şeye bakıyorum; evet benim hatalarım var, ama yüz kızartıcı suçum yok.

Biz şunu istedik; çocuklar güzel bir dünyada büyüsün, kadınlar özgür olsun ve onurlu bir şekilde işlerine gitsin, insanlar çağdaş dünya için umutlar beslesin. Ama olmadı, olmuyor. Bir soru geliyor karşımıza; sen nesin? Bir ihale karşılığında mısın, çıkar karşılığında mısın, gericilik mekânizmasından rant alan mısın? Kullanıldın mı, atıldın mı, satıldın mı?

Ben şunu yeni söylemedim. Belki ilk kez 1987 yılında demiştim; orman yandığında, kelebek de, karaca da, ceylan da, solucanlar da, kurbağalar da ölür. Otlar da yanar, ağaçlar da. Kimsenin kurtulma şansı yoktur. Ne yazık ki Türkiye’de ormanı ateşe verdiler. Olay bu."

"CİNER'İ MAHÇUP ETMEDİM, ETMEK İSTEMEM"

"Ben kavga etmesini bilirim, yıllarca iktidarla, başbakanlarla, cumhurbaşkanlarıyla kavga ettim. 40 kez yargılandım, bir tek Özal nedeniyle mahkûm oldum. Şimdi ben Ciner’i kollamadım, kavgaya girişmedim, mahcup etmedim. Ve hâlâ da etmek istemiyorum. Çünkü o zaman bana şu soruyu sormaz mı insanlar; peki madem bu patron böyleydi bu adamlarla niye orada bir yıl çalıştın? Gazetenin patronu diyor ki, “İlkelerime uymadı. Ve ben onun işine son verdim.” Benim hep ne yazdığım açık, ortada. Kamuoyu her şeyi görürken ben daha ne konuşayım? Ama daha önemlisi şu; tamam patron öyle dedi, iyi de benim çok sevdiğim insanlar hâlâ orada çalışıyor.

"HABERTÜRK'E NASIL TAŞ ATARIM?"

Evimin, ailemin parçası gibi sevip saydığım gazeteciler orada görev yapıyor. Benim oraya attığım her taştan biri, oradaki arkadaşlarımın kafasına çarpabilir. Çarpar da! Üstelik ben oradan ayrılırken başka bir şey yaptım. Habertürk’ün Ankara bürosundaki çocuklara, “Sakın arkanıza bakmayın. Benim buradan böyle gitmem sizi etkilemesin” dedim. Önümde de Habertürk gazetesi duruyordu, gazeteyi kaldırdım, “Habertürk’ü size emanet ediyorum. Bu gazetede hepimizin payı var, şimdi ben gidiyorum, gazeteye sahip çıkın” dedim. Ben şimdi ben buraya nasıl taş atayım? Bu benim yapım değil, uymaz bana."

AYDIN DOĞAN CİNER'İN YAPTIĞINI YAPMAZDI

(Turgay Ciner'in yaptığı "Basın meslek ilkelerine uygun hareket etmeyen bir kişiyi çalıştırmak zorunda değilim" açıklamasını) Aydın Doğan yapmazdı diye tahmin ediyorum. Aydın Doğan nitekim Emin’i kovduğunda, “Kovdum” demişti. Hep söylüyorum; okurlar yazara sahip çıktılarında, gerçek patron, okuyuculardır.

(...) Ben ayrıldıktan sonra gazete 30-35 bin tiraj kaybetti. Okurlar yazara sahip çıktığı zaman patronun iktidarı azalır. Patronun gözü kara olabilir, yazarı da atar, okuyucu da! O ayrı bir konu. Ama bir yazarın gerçek patronu okurudur. Ben Hürriyet’teyken Aydın Doğan’dan ziyade okurlardan korktum. Nitekim ben Hürriyet’ten ayrıldığımda Ertuğrul Özkök’den Enis Berberoğlu’na Ayşe Arman’a, bütün Hürriyet, “Gitme” diye ayaklanmıştı.

BEN DE GENEL YAYIN YÖNETMENİ

OLSAM ALTAYLI GİBİ YAPARDIM

Fatih Altaylı benim gitmemem için büyük çaba harcadı. Fatih orada çok dürüst ve sahiden arkadaşım gibi davrandı. Hakkını asla yemem, fakat orada Fatih’in başka bir sorumluluğu vardı. Orada çalışan 1500 kişiden de sorumlu bir adamdı. Ben gittim diye kazan kaldırılmazdı! Ben genel yayın yönetmeni olsam, ben de Fatih’in yaptığını yapardım.

Bir tek Fatih de değil, Murat Bardakçı, Umur Talu, Doğan Satmış oradaki neredeyse tüm arkadaşlar kovulmamı önlemeye çalıştılar diyebilirim. Fakat iyi ki önlenemez bir hâl aldı durum, çünkü o safhaya geldikten sonra nasıl kalabilirdim?

COŞKUN NAKLİYAT; YARIM

GÜNDE ODA TOPLAMAYI ÖĞRENDİM!

Yarım günde oda toplamayı öğrendim bu arada. Bir odaya yerleşirken, olası bir kovulmaya karşı, en kısa sürede nasıl toplanabileceğimi düşünerek yerleşmeyi öğrendim. Kırılmazlar mesela! Okuyucularımdan gelen hediyeler, Pako’nun öteberisi, nasıl paketlenir! Birinci sınıfım bu konuda. Coşkun nakliyat!..

Ama yüreğimin kırılmasını Coşkun kargo halledemedi.

İLHAN SELÇUK’UN KÖŞESİNDE
YAZMAYI ASLA TALEP ETMEDİM


Cumhuriyet'te İlhan Selçuk’un köşesinde yazmayı asla ben talep etmedim. Hatta ben, İlhan Selçuk’a Emin (Çölaşan) Hürriyet’ten kovulduğunda şunu teklif etmiştim. O zaman dostlarımızdan birisi kalabalık bir yemekte, “Bekir Hürriyet’te çok para alıyor, bize gelmez” demişti. Ben de gazetecilerin, bürokratların katıldığı yemekteki bu sözleri duymuştum. Hemen ertesinde Mustafa Balbay ve Emin Çölaşan’ın, yine gazeteci ve bürokratların da bulunduğu bir yemekte, “Burada açıklıyorum, bir foto-muhabirin maaşını, bir sandalye, bir masa istiyorum ve Cumhuriyet’e gidiyorum” demiştim. Bunun üzerine mesajı Mustafa (Balbay) İlhan Selçuk’a iletti. Birkaç gün sonra Emin, ben, Mustafa, İlhan Abi toplandık. O yemekte bize üstü kapalı benim gitmemin doğru olmayacağını söyledi. Ki doğruydu.

KEŞKE İMKÂN OLSA DA ZAMAN’DA

YA DA YENİŞAFAK’TA YAZSAM

“Öbür tarafta ne işin var? Ya Cumhuriyet’te ya da Sözcü’de yazmalı” deniyor. Bizden beklenen bu. Ama hayır, keşke imkân olsa da Zaman’da yazsam, Yenişafak’ta yazsam. Cumhuriyet’i yıkmak isteyenler bunu çok iyi yapıyorlar. Adamlarının her yayında yazmazını sağlıyorlar. Biz ne yapıyoruz; “İllaki burada olmam lazım!” Bu bakış yanlış.

KOVULDUĞUM İÇİN ÜZÜLEN İKİ AKP’Lİ BAKAN ARADI

İsim vermeyeceğim fakat Habertürk'ten kovulduktan sonra iki AKP’li bakan aradı. İkisi de parti içinde çok önemli insanlar, öyle sıradan isimler değil. Çok dikkatli konuştular, “Çok üzüldük, geçmiş olsun” dediler.

Hukukum, geçmişim olan isimler değiller, fakat ben onu hissettim, samimiyetle aradılar. Şunu da tamamlayayım; keşke Zaman’da Yenişafak’ta yazsaydım dedim. Ben bunu bir temenni olarak söyledim. Çünkü hoşgörü duygumuzu yok ettiler.

Oysa biliyoruz ki bugün ne onlar bizi çağırır, ne de biz orada yazmayı kabul ederiz. Sorun bu. Şimdi bu ideal noktaya karıncalar gibi gitmeye çalışıyoruz. Ama oraya varmanın en büyük engeli bu iktidardaki zihniyet. “Bizden değilsin biz seni silindir gibi ezeriz”cilik. Biliyor musunuz; “Öyle bir şey yaparlar ki gururumu kırarlar” diye korkuyorum ben. Beni toplumun gözünde küçük düşürecek, rencide edecek bir tezgâh. Nitekim bunu birçok insana yaptılar. Ben bunun gıdımını yaşadım. Çok kötüydü.

YENİ RADİKAL’İ HİÇ BEĞENMEDİM, DERGİ GİBİ

Yeni Radikal'i hiç beğenmedim. Boy pos, bunlar sorun değil. Gazete gibi değil, dergi gibi. İlk gün aldım, ama mesela bugün almadım. Ama hayırlı uğurlu olsun, çalışanlarına kolaylıklar.