Çok özür dilerim…
Affınıza sığınarak sormak isterim…
Sizin de babanız öldü mü?
Yazar ile “okur”u arasındaki “ünsiyet”e sığınarak sordum bunu. Uzun süreler yazan bir yazarla, uzun süreler o yazarı okuyan okur arasında, bir “ünsiyet” peyda olur. Kabul eden için, hakkı geçer birbirine… Bir “gıyabi hukuk” oluşur… Ona dayanarak sordum, merakıma bağlayın… Sizin de babanız öldü mü?
“SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?”
Cemal Süreya, “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” şiirinde der ki…
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum
Yıkadılar, aldılar, götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.”
“ALİ RIZA EFENDİ, ADAM GİBİ ADAMDI/ ALİ RIZA EFENDİ, BENİM BABAMDI”
Nevzat Küçükerdoğan “Emekli Ali Rıza” şiirinde babası Ali Rıza’yı anlatır; Onun ölümünden sonra:
“Özel idareden emekli
Bin üçyüz yirmi altı tevellütlü Ali Rıza Efendi
Ne maroken koltukları özler
Ne lambrili odalar
Onun bütün hayali
Dört kıçı kırık sandalye
Avuç içi kadar bir oda
Hepsi o kadar
Emekli kıraathanelerinde
Düşeş kapılarına sıkışır Ali Rıza Efendi
Bir bulamadığı tansiyon ilacına üzülür
Bir de hasta karısından söz eder herkese
Bir hal olur
Her gece hükümetler kurar gönlünce
Hükümetler düşürür
Her gece ruhunda bin ihtilal olur
Ne yirmi beş katsayısına aklını erdirebilir
Ne de anlayabilir göstergesini
Habire hesap eder durur
Yirmi lira maaşı asliyesini bir tuhaf olur
Özel İdare’den emekli
Bin üçyüz yirmialtı tevellütlü Ali Rıza Efendi
Her gün bin dert çekerek
Ve de mihnet çekerek
Hiç yaşamamışçasına toprak olur
Özel idareden emekli
Bin üçyüz yirmialtı tevellütlü
Ali Rıza Efendi
Adam gibi adamdı
Ali Rıza Efendi
Benim babamdı”
Nevzat Küçükerdoğan’ı en güzel yaşında, en güzel şiirlerini söylerken 25 Eylül 2002 de altmış yaşında kaybettik. Konya Çimento Fabrikası’nın personel müdürüydü; kalbinden rahatsızlandı, İstanbul’a götürüldü, ameliyat edildi; “Ucuz kalp kapakçığı takıldığı için yitirdiğimizi Milliyet gazetesi yazdı.
“Altı yıllık Ticaret Lisesi”nden gençlik arkadaşımdı; “Davamızın Heykeli” olduğunu, Agâh Oktay Güner söylerdi; gençliğinde dev gibi olduğu için… Agâh Oktay’a da kırgındı.
1950’li yılların sonlarında “Türkçü”ydük, “Turancı”ydık; “Türkiye büyüyüp Turan olarak, düşman illeri viran olacak” diye geziyorduk… 1959 aralığında, beş ortak; Mustafa Oğuz, Seyit Küçükbezirci, Nevzat Küçükerdoğan, Ali Kalafat, Abdullah Petekçi, ellişer lira sermaye koyarak “UMUT”u, aylık dergi olarak yayınladık. Gençlerden, elli kadar gençten oluşan “İhlasçılar” topluluğuyduk; mürşidimiz Agah Oktay’dı… Gece birer birer geldiğimiz evlerde Sabiha Ayverdi’yi, Nihat Sami Banarlı’yı dinliyorduk. Onlar ellili yaşlarda, bizler onsekizlerdeydik. Sonraları Agâh Oktay kopup gitmişti…
Nevzat Küçükerdoğan, aramızdan ayrılmadan önce yazdığı “Çekip Gideceğim” şiirinde:
“Bir gün bu şehirden çekip gideceğim
Alıp başımı çıkacağım dağlara
“Akyokuş”tan Konya’ya doğru
“Emmiler” türküsünü söyleyeceğim” diyordu.
Dediğini yaptı “Çekip gitti”…
“İLLE BABAM / BABAMI İSTİYORUM”
28 Aralık 2006 günü, “Yarım Bayram” yazısını, arife günü yarım bırakarak aramızdan ayrıldı, İbrahim Sur… Daha ellialtı yaşındaydı…
İbrahim Sur, babasını kaybettikten sonra, bir “Bayram Arifesi”, babası için “Özledim” şiirini yazmıştı...
“İlle babam
Babamı istiyorum
Bu bayram
En küçüğü değil miyim bu ailenin
İlle de babamı isterim
Başına kurulmalı bayram sofrasının
Yanında anam olmalı
Ve ablam
Ve abim
Bu bayram
Babamı isterim
Dedemden vazgeçtim çoktan
Mantar tabancaları
Ve balonlardan
En küçüğüyüm bu ailenin
Şımarmama izin verin
Bu bayram
İlle de babamı isterim…”
“Hikmetinden sual olunmaz”; İbrahim Sur’un “İlle de bu bayram babamı isterim” dileği kabul olmuştu. Bir bayram günü yanında olmuştu. Kırk yıl gazetecilik yapıp kırk yıl “insan” kalarak…
“BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM”
“Unutulmayan Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in oğlu, Can Yücel, babasından söz eder, “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiirinde.
“Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi!
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helalleşmek ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim…
SİZE “BİR ÇİFT SÖZ”DEN OLUŞAN SORUM VAR: ÖZLÜYOR MUSUNUZ ONU?
Gördünüz, işte… Cemal Süreya, Nevzat Küçükerdoğan, İbrahim Sur, Can Yücel “Giden Baba”nın ardından neler söylüyorlar… Babanız ölmüşse, yazma yeteneğiniz varsa, Onun hakkında duygularınızı yazın; oğlunuza/ kızınıza verin. Yazamıyorsanız, anlatın “Babanız”ı, bir gece uzun uzun, evdekilere…
Kendimi hazır hissettiğim zaman, ben de, “Babam”ı anlatacağım size…
Babalarını anlatmakta, Konyalı Şairler Nevzat Küçükerdoğan, İbrahim Sur hiç de geri değiller; Cemal Süreya’dan, Can Yücel’den…
----MİSAFİRİM GENÇ YAZARLAR, ŞAİRLER---
GÖNÜL FERMANI
Aldım avuçlarımın içine bir avuç toprak.
Sardım ruhumu küllere,
Gömdüm mazide kalan yüreğime.
Canı canana teslim ettim.
Terkettim ümidimi son kelamlarına.
Ah bu gönül fermanı çekip,
Yazdım bu sefer kana kana.
Yinesini yeniledim ömrümün.
Hayatı dünyaya karıştırdım.
Seni ruhumdan arındırasıya,
Gökten düşen tanelerle yarıştım.
Sardım kendimi, sarıldım bir bedene.
Ah bu gönül fermanı çekip,
Yaktım bu sefer revaya kanaya.
Sakladım yılları günlere karıştırdım.
Sakladım günleri dakikalarla yarıştım.
Yitirdim kelamları harfleri sakladım.
Gönlümden kopan parçaları bir yudum suya,
Gözümden akan yaşları bir tutam toprağa anlattım.
Sinem Gül