İlk defa uçağa binip, yine ilk defa yurtdışına çıktım. Uçakla yolculuk sadece kalkış ve inişte hissediliyor. Gerisi klimalı bir otobüste gidiyorsunuz gibi.
Hollanda'ya vardık. İki defa polis Türkiye'den geldiğimi hissettirdi: "Niçin geldiniz Hollanda'ya?" Programa benimle beraber katılan öğretmenlerden birkaçına sordum, öyle bir muamele ile karşılaşmamışlar. Yunanlı öğretmen hanım karşılaştığım tavırla istihza ederek: "Türkiye'den geliyorsun, İslam ülkesi. Terörist olabilirsin!" diye espri yaptı.
Amsterdam'a inmemden itibaren Salih ve Nursal Köse, yakınlarıyla beraber adeta seferber oldular. Kaldığım Ayasofya Camii yönetici ve çalışanlarını da zikretmeden geçmeyeyim. Ayasofya camii, berberi, marketi, restoranı, düğün salonu ve banyosu, tuvaletleri, misafirhanesi olan bir mekan. Yani aslına uygun fonksiyonlara sahip bir cami.
Amsterdam, sıkıcı gelebilecek düzeyde düzenli bir şehir. Binalar çoğunlukla 100-400 yıllık binalar. Yani tarihte bir yolculuk yapmış oluyorsunuz, tekne gezisine çıktığınızda. Yani "Heidi buralarda bir yerde yaşamış olmalı." demenize bir engel yok. O cicili bicili evlerin çoğu 44 metrekarelik evlermiş (Bizim 125 metrekarelik evi küçük bulanlara duyurulur). İnsanlar maddi durumlarını düzeltene kadar dışı bizi içi onları yakan bu küçük evlerde kalıyorlarmış.
Amsterdam'da bisikletliye, yaya geçidinde yayaya, yol vermemenin ve yasak yere park etmenin cezası büyük. Maaşınızın yarısının sizden talep edilmesi işten bile değil. Tek korna sesini buraya geldiğimin 4. gününde duyabildim.
Şehir içinde yolculuk yaptığınızda görüyorsunuz ki, büyük marketlere nadiren rastlanıyor. Adres bulmak istediğinizde soracağınız kelimeler: "… meydanı, …kanalı, …caddesi" şeklinde. Şehir su üzerinde kurulmuş denebilir.
Su gibi içki içtikleri doğru ama sokak ortasında kendisine uyuşturucu enjekte eden kimse görünmüyor. Bu konuda epey mesafe almışlar.
Bugün Ayasofya camii sorumlusu Osman Bey "Peygamberlere Karşı Tavırlar ve Sonuçları" adlı kitabı değerlendirecek. Zevkle dinleyeceğim.