Yüce rabbimizin bizleri bazen açlıkla bazen korkuyla bazen mallardan ve canlardan eksiltmekle imtihan edeceğini ayetlerden biliyoruz. Sabredenler için ise müjdelerin olduğunu. Bundan asırlar önce Müslüman olduğu için anne- babası tarafından dışlanan, türlü eza ve hüzünlere maruz kalan sahabelerin olduğu gibi günümüzde de anne- babasından, kardeşlerinden, komşusundan, amirinden türlü eziyetler gören veya dışardan güllük- gülistanlık görünse de adını bile bilmediğimiz hastalıklarla boğuşan, çoğumuz için rutin bir süreç olan uykunun “u” suna hasret kalan nice insanlar olabilmekte.
Biz karşımızdaki kişiyi normal olarak değerlendirirken, o kişinin yüreğinde ve iç dünyasında fırtınalar kopabilmekte. O yüzden müminler olarak empati yeteneğimizi geliştirmeli ve insanlarla konuşurken nazik olmayı becerebilmeliyiz. Zira herkesin yürüdüğü yol farklı ve biz kimsenin yürüdüğü yoldaki engebelerin farkında değiliz.
Sad bin Ebi Vakkas Müslüman olduğunda annesi hamne oğlu ile çetin bir mücadeleye girişiyor. Onu kararından vazgeçirmek için her türlü yolu deniyor. Amacına ulaşamayınca , hiçbir şey yemeyip içmeyeceğini, kapının eşiğinden ayrılmayacağını, açlıktan ölse bile ağzına tek bir lokma koymayacağını ve insanların da Sad bin Ebi Vakkas’ı anne katili olarak anacağını söyleyerek oğluna baskı yapıyor. Peki Sad bin Ebi Vakkas bu imtihanın karşısında ne yapıyor? Yapılabilecek en doğru şeyi. Karşımızda bize baskı yapan birileri de olsa, bizi söz, fiil ve davranışlarıyla adeta karıncayı ezer gibi ezseler de doğru olanı yapmalı ve Allah’ın doğruların yardımcısı olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Sad bin Ebi Vakkas da öyle yapıyor. Annesine şöyle diyor:
“ Anneciğim, seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Ancak Allah ve rasulüne olan sevgim sana olan sevgimin on katıdır. Hatta ondan da daha fazladır. Eğer birini feda etmem gerekirse bu sen olursun. Yüz tane canın olsa, her birini gözlerimin önünde versen ben yine de hak dinimden dönmem.”
Annesi bunun üzerine komşularından yardım alarak Sad bin Ebi Vakkas’ı evin bir odasına hapsediyor. Ancak kararlı duruşundan asla taviz vermeyen Sad bin Ebi Vakkas en nihayetinde kazanan oluyor. Tıpkı asil ailenin yüce yürekli evladı Mus’ab gibi…
Onlar imanları sebebiyle nice imtihanlara tabii tutuldular. Rasulullah bizlerin asla gökteki yıldızlara benzeyen ashabı gibi olamayacağımızı hissetmiş olacak ki ashabına:
“ Siz bildiklerinizin onda birini terk etseniz helak olursunuz. Öyle bir zaman gelecek ki insanlar bildiklerinin onda birini yapsalar kurtuluşa erecekler.” buyurmuştu. Milletlerin birbirlerini müminlere karşı savaşa çağırdığı, müminlerin ise içlerindeki dünya sevgisinden dolayı selin önündeki çer çöp gibi zayıf olduğu dönemlerdeyiz. Zira dünya sevgisi ve malaya’neyh bizi öylesine meşgul etmiş ki islam adına, insanlık adına, ülkemiz adına hiçbir şey yapamamışız. Bir whatsapp uygulamasının bile alternatifini doğru düzgün yapamadık. Whatsapp şöyle dursun, bir rotringin, faber castellin sıradan bir para bandının dahi iyisi mevcut değil bizlerde. Bizim evlatlarımız onların gereksiz uygulamalarıyla vakit öldürürken, onların çocukları mühendis olup çağrı cihazlarının içine bomba yerleştirebilecek düzeneği kurabilmekte.
Bizler bugün bu haldeysek birinci sebep dünya sevgisi ve boş vakit aldanmacası, ikinci sebep müminlerin bir vücudun azaları, bir binanın tuğlaları gibi olmayı becerememesidir.
Dünya bir yangın yeri ve gözlerimizin önünde her geçen gün yüzlerce kadın çocuk yaşlı ayrımı yapılmadan insan ölmekte.
Yıllar önce Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocanın dediği gibi İslam ülkelerinin işgali Büyük İsrail projesidir. Ve Filistin bütün insanlığın önünde bir yazılı kağıdı, apaçık bir imtihandır.
Ve şimdi bizler Hz. Peygamberin vefatından sonra dinden dönenlere karşı yapılan yemame savaşında müşriklerin ele geçirip müminleri ok yağmuruna tuttuğu bir bahçe için: “Beni o bahçeye atın, hem müşriklerle savaşırım hem de size o bahçenin kapısını açarım.” diyen sonra o bahçeye atılıp yüzlerce müşriği öldüren ve o bahçeye ölüm bahçesi dedirten, vücudunda seksenden fazla kılıç ve ok darbesi bulunan Bera bin Malik gibi yiğitlerin gelip, İsrail için cihanı ölüm bahçesine çevireceği günleri beklemekteyiz.
Lakin her akl-ı selim gibi bu işin beklemekle olmayacağını da bilmekteyiz. Boykot ederek, dua ederek, anlatarak , ağlayarak, ateş bahçemize düşünce değil, tehlike kapıya dayanınca değil bizleri çepeçevre kuşatan bu büyük imtihanın derdine hemen düşebilmeliyiz.
Bu uğurda üzerimize düşeni yapmayı ve en kısa sürede İsrail’in ve bütün Siyonist güçlerin kahr-u perişan olduğunu görmeyi rabbim hepimize nasip eylesin. Amin.