İslami literatürde bid’at, dinde sonradan ortaya çıkan bir yol olarak bilinir. İslam bilginlerinden Şâtıbî (ö. 790/1388), “şer’î görünümlü olmayan, dinî telakki edilmeyen hususlar bid’at değildir; asıl bid’at, bu yasaklamayı dindarlık vesilesi saymaktır” şeklinde tanımlar. Böylece, bid’at kavramına “dinî telakki” edilen durumlar şeklinde bir alan sınırlaması getirir.
Dinin itikat ve ibadet konularında ekleme ve çıkarma yapmak her ne adına olursa olsun doğru değildir. Genellikle kişiler bid’at ihdas etme yoluna Allah’a daha çok kulluk etmek istedikleri için girerler.Bazıları da dindarlık olsun diye dinde mubah ve helâl olan şeyleri dinî bir yükümlülük maksadıyla terk ederler. Hâlbuki böylesi bid’atlar aynı zamanda sünnetlerin de imhasını beraberinde getirir.
Bid’atlar konusunda İslam bilginlerine büyük görevler düşmektedir. Bid’at işleyenlere karşı aşırılığa kaçmadan ölçülü bir şekilde tepkide bulunarak, işin doğrusu ve yanlışı delilleriyle ortaya konulmalıdır. Eğer duyarsız kalınırsa, zamanla ihdas edilen bid’atlar toplumun vicdanında dindarlık adına dinî bir telakki biçimi olarak yerleşebilir. Sonradan müdahale etmek kolay olmaz.
Hicrî VII. yüzyılda yaşamış olan ünlü İslam âlimi İzzüddin b. Abdisselâm’ın, yaşadığı dönemde dinin aslî hükümlerini korumak, özellikle ibadetler İslam’ı konusunda ekleme ve çıkarma yapmak gibi anlayışlara karşı çıktığını görüyoruz. Onun döneminde yaygın olan bid’atlar arasında minbere kılıç vurmak, dinî bir maksat ve gaye adına siyah elbise giymek, dinî hitabeleri ve duaları doğal mecrasından çıkararak secili, kafiyeli bir söylem ve tarz geliştirerek yapmayı dinî bir ilke haline getirmek, aşırı derecede yöneticilere yakınlık göstermek adına ahlak dışı davranışlar içerisine girmek gibi bid’atlar sayılabilir. O bunların hiçbirini yapmadığı gibi sert tepki göstermiştir. İzzüddin b. Abdisselam’ın duyarlı olduğu konulardan birisi de uydurma diye nitelendirdiği ve yazdığı bid’at risâlesine konu olan Recep ayının ilk Cuma gecesi ve Şaban ayının yarısında (berat gecesi) kılınmaya başlanan namazdır. Hatta o, bu konu ile ilgili olarak çağdaşı ünlü hadis bilgini İbnü’s-Salâh’la münazaralar yaptığı bilinmektedir.
İzzüddin b. Abdüsselâm’ın Şam’da bulunduğu yıllarda iktidarın da desteğiyle halk nezdinde bid’at olarak nitelendirdiği ve bu bid’atın kaldırılması için mücadele verdiği ve berat gecesi özellikle camilerde cemaatle kılınmaya başlayan namazı yasakladığı bilinir. Her ne kadar rasyonel hukuk anlayışına göre böyle bir namazın sahih rivayetlerde yeri olmadığı belirtilmiş olsa da zaman içerisinde halk İslam’ına dayalı kimi sûfi çevreler eliyle yeniden bu namaz kılınmaya başlanmıştır. İmâm-ı Gazâli “İhyâu Ulûmi’d-Dîn” adlı eserinde bu namazın kılınış şeklini tarif ettikten sonra şunları söyler. “Bu namaz müstehap olan bir namazdır. Bu namaz haddizatında ‘Ahad’ tarikiyle rivâyet edilen ve teravih namazı seviyesine yükselmeyen bir namaz ise de Kudüs halkı bu namaza devam ettiği için onu anlatmayı uygun buldum,” diyor. (Bkz. Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (çev. Ahmed Serdaroğlu), İstanbul, 1975, I, 555).
Her ne kadar İzzüddin b. Abdüsselâm bid’at risalesinde bu namazın bid’at oluşunu değişik ilmi delil ve gerekçelerle eleştirmiş olsa da bu namaz, günümüzde de kimi İslam beldelerinde hala hem münferit olarak ve hem de cemaat halinde kılınmaya ve özel bir önem atfedilmeye devam edilmektedir. Bid’atların kaldırılması, şüphesiz bir eğitim meselesidir. Hemen bugün yarın kesin sonuçları alınacak bir iş değildir. Bu sebeple bid’atlerin imhası konusunda ilmî delillerle iknaya devam edilmelidir. Ancak, belli bir süreçten sonra netice alınabilir.