Bu yazıyı yazarken Feyruz’un “Li Beyrut” şarkısını dinliyorum. Tarihi boyunca Ortadoğu’nun önemli şehirlerinden biri olmuş Beyrut’u gözlerinizi kapatıp dinleyebileceğinize işaret ediyor bu parça…
Lübnan’ın başkenti…
Fenikeliler, Romalılar, Araplar, Haçlılar, Osmanlılar… Ve tabii Fransızlar… Beyrut’un ağırladığı misafirleri… Oraya ne dendiğini bilirsiniz; Doğu’nun Parisi! Bunu demekteki mana şudur, bu şehir Doğu’nun ekonomik, fikri ve kültürel merkezi.
Lübnan da savaşlara tanık oldu, Beyrut da çocukların kanlarına şahitlik etti, gökyüzü orada da yalnız kaldı… Tüm Ortadoğu’da olduğu gibi…
Bugün Beyrut’ta Hristiyanlık ve İslamiyet farklı mezhepleriyle bir arada. Savaşların ardından, insanlığın güzel yanlarını gösteriyor bu fotoğraf.
Gezi programlarından biliyorsunuzdur, izlediyseniz. Ne kadar güzel bir coğrafyası olduğunu, sedir ağaçlarını ve şehrin Akdeniz’i seyredişini…
Bir gün belki bizde Güvercin Kayalıklarını deniz kıyısından seyrederiz… Neden böyle dendiğini biraz araştırdım. Eskiden dinsel farklılıkların çok olmasından dolayı farklı kimliklere sahip kişilerin evlenilmesine müsaade etmiyorlarmış. Bu kayalıkların üstüne çıkıp atlayan, yani hayatına son veren çok kişi de olmuş. Güvercin Kayalıkları deniyormuş çünkü güvercinler asla yalnız ölmez ve eşleriyle ölümü seçerlermiş. Bağı kurabilmişsinizdir, bunu sembolize etmesinden dolayı öyle denilmiş ve bugün hala bu hikayeler anlatılırmış.
Sürreal bir şeyler söylüyormuşum gibi geliyor değil mi? Bana da öyle geldi. Hayallerimizin realizme dönüşünü gördüğümüz günler yakındır inşallah diyelim. Bir dahaki Beyrut yazımız belki de, fotoğraflı, video görüntülü falan olur… Belli olmaz…
***
İnsan boşlukta bulunursa meselesinin üzerine biraz düşündüm. Şeytana yakalanır sanırım. Biz insanoğlu dağdan yuvarlanan taş değiliz nihayetinde. Bir anlık boşluğumuz Allah korusun ne büyük tehlikelere gebe. O zaman herhalde yapılması gereken şey, cennetten kovulmuş olana yenilmemek.
Boşlukta bulunmayalım tamam, peki nasıl? Bana şöyle geliyor ki buradaki en temel nokta aile kavramı. Ana babalara önemli görevler düşüyor.
Düşünelim ki karın üzerindeyiz ve kaydık, ne oldu? Düştük. Bir santim düşersen on santim kayarsın. Yani diyorum ki; düşmeyeceğiz. Düşersek kalkmasını da biliriz hikâyelerini geçiniz. Müslüman düşmeyecek.
İşte bireye bu şuuru aşılayacak olan evvela anne - baba. Okul, öğretmen, sosyal çevre, bireyin kendini yetişmesi falan daha sonraki aşamalar. Tohumu toprağa nasıl attın, suyunu, güneşini nasıl verdin? Önce o kısım.
Müslüman hızlı gitmeyecek diye düşünüyorum. Hızlı gidince frenler pekiyi tutmuyor malum. Frenler tutmayacak kadar hızlı gidiyorsan bu senin boşlukta bulunduğunu gösteriyor.
Aklıma şimdi geldi de, hayatımız boyunca çoğu zaman, bazı şeyleri şeker ister gibi istiyoruz. Sonra sonra anlıyoruz ki o öyle olmuyor; Ya istediğin şeker değil ya da yediğin şey tatlı değil.
Sonuç olarak boşlukta bulunmayacağız, bulunmayacağız ki şeytan yakamıza yapışmasın…