“Din-bilim çatışması” Batı-Hıristiyan dünyasının ezeli sorunudur ve Batı her konuda olduğu gibi kendi sorunlarını evrenselleştirmekte, küreselleştirmekte mahirdir. Bu sorun Batı’da, “iman-akıl, kilise-devlet çatışması”nın bir ürünüdür.. Bizim tarihimizde söz konusu olan “vahiy-akıl, din-felsefe ilişkisi”dir. Bu ilişkinin çerçevesi tayin edildiğinde ne vahiy aklı reddetti, ne Müslümanlar (meselâ Gazali) felsefeyi bütünüyle küçümsedi. (Ali Bulaç, “Din-Bilim Çatışır”, Zaman, 30 Mart 2005).
Burada önemli olan bilim nedir? Bilimden ne anlaşılmalıdır? Bilim ve ilim kavramları arasında fark var mıdır? sorularına kapsamlı cevaplar vermektir. Eğer biz bilimi, mantıkçı pozitivistlerin tanımladığı gibi, salt gözlem ve laboratuar ortamında deneysellikle sınırlandırır ve onun dışındaki dünyayı hurafeler yığını olarak gösterecek olursak, orada bir çatışma başlayacak demektir. İslam literatüründe ‘ılm sözcüğü ile alem sözcüğü, aynı kökten gelir. Bilindiği gibi alem, alâmet, belirti anlamlarına gelir. O halde ilim, Allah’ın varlığının ve birliğinin belirtisi, kanıtı demektir. Mesele, nereden ve nasıl baktığınıza da bağlıdır. Bir Müslüman için olgular dünyası, Allah’ın kevnî âyetidir. Böyle bir bakış açısından tanrıtanımazlık çıkmaz. İslam’da bilgi vasıtaları üçtür: Beş duyu, akıl ve haber-i resuldür. Yerine göre bu vasıtalar arasında takdim-te’hir olur. Örneğin, Kur’an, insanı doğal gözlem yapmaya, aklını kullanmaya teşvik eder. Ayrıca, Kur’an, insan, hayvan, bitki, ateş, hava, su, toprak, tarih gibi bilime konu olacak materyallerden söz eder. Ama o, bir bilim kitabı olmadığı için bu materyalleri incelemeyi, insana bırakır. Kur’an, eğer insan önyargısız olarak, varlıklar üzerinde tefekkür ve teemmülde bulunursa hakikate ulaşabileceğini söyler. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman Kur’an’ın ‘doğmalarla’ da savaştığını çıkarabiliriz. Hz. İbrahim’in Yüce Allah’a ölüleri nasıl dirilttiğini sorması, bir inanç konusudur. “İnanmıyor musun ya İbrahim” sorusuna, Hz. İbrahim’in “inanıyorum, ancak aklım/kalbim yatmadı” demesi, doğmanın ötesine geçmemiz gerektiği konusunda bir uyarı değil midir? Bu örneklerle Kur’an, inanç konularının sallantıda olmaması için bilgi ve akılla temellendirilmesini istemektedir.
Bilim, varlıkların nesnel yönlerini konu edinir ve fenomen âlemiyle ilgilenir. Bu sebeple deney ve gözlem yöntemini kullanır. Bilim bu sınırlar içerisinde kaldığı sürece saygın, ortaya koyduğu neticeler anlamlı ve değerlidir. Bir kimse tecrübe ile ispatı mümkün olmadığı için melek, cin, şeytan, ruh gibi metafizik varlıkların gerçekliğini inkâr ederse, bu bilimsel bir tavır değildir. Çünkü bilim verilerle hareket eder; doğrulayamadığını değil, yanlışlığını ortaya koyduğu şeyleri reddeder. Ama bugün çağdaş dogmatiklerimiz, doğrulayamadıkları inanç konularını reddetmektedirler. Pekiyi, çağdaş dogmatiklerimizin bilimde ‘etik’ten/ahlaktan söz etmesi hangi alanın konusuna girmektedir?
Bilimde mutlak doğru değil, güncel doğru vardır. Sürekli değişkenlikler yaşanır. Bilim denilen şey, tek boyutlu bir eylem de değildir. Her bilim dalının kendine özgü yöntemleri vardır. Örneğin, doğa bilimlerinde yöntem, beş duyu yoluyla sonuca ulaşmaktır. Dolayısıyla doğa bilimleri, varlığa ‘nasıl?’ sorusunu sorar. Felsefede yöntem, akıl olup, varlık ve olayların “niçin?”ini araştırır. Sözgelimi, bilim bir ceninin ana rahmine nasıl düştüğünü ve nasıl geliştiğini inceleyerek ‘nasıl varoldu?’ sorusunun cevabını ararken; felsefe ve din ise, bu canlının gayelilik açısında ‘niçin?’ var olduğunu araştırır. İnsan, tek boyutlu bir yaratık değildir. O halde, varlığa, sadece “nasıl?” sorusunu sorup, şöyle “oluşmuştur-böyle oluşmuştur” cevabıyla insan, tatmin olmamaktadır. Asıl onu, “nasıl?” sorusu kadar,“bu varlığın niçin yaratıldığı?” sorusuna verilecek cevap tatmin edecektir. Çünkü insan sadece aklın taleplerine verilecek cevapla değil, kalbin taleplerine verilecek cevapla birlikte iç huzurunu yakalar. Yani, hayata anlam katan dindir. İşte çağdaş dogmatiklerimizin göremediği şey budur. Kaldı ki, katı pozitivistlerin iddia ettiği gibi varlık, sadece mikroskoplu bilim adamları tarafından değil, aynı zamanda peygamberler, şairler ve ressamlar tarafından da keşfedilir.. O halde gelin, şu önyargı kitlilerini çözün de XIX. yüzyılın fosilleşmiş katı pozitivist zindanından kurtulun.