Yıllar önceydi. İlkokul yıllarım, rahmetli büyükbabamın meramdaki bağında domateslerin yeni filizlendiği dönem. Öğleden sonraydı. Güneşin yakıcılığını hissediyordum. Kendi başıma dolaşırken küçük bir kâğıt parçası bulmuştum toprağın arasında. Eğilip aldım. Avuç içinin yarısı kadardı. Sararmış bir kâğıt parçası. Okudum. Bir derginin okuyucuların sorularını cevaplayan bir bölümü. İlmihal ile ilgili bir soru sormuş bir okuyucu. Birisi de cevabını yazmış. Namazla ilgili bir soruydu. Soruyu ve cevabı hala hatırlarım.
Sonradan o dergiyi araştırdım. 1960 lı yıllarda çıkmış bir dergi. Ben okuduğumda belki yayınlanalı 15 yılı geçmişti. Kim bilir kimlerin elinden geçti. Okundu. Bir yere atıldı. Paket kâğıdı oldu belki bir kısmı. O toprağın arasına nasıl karıştı? Yağmur gördü. Soğuk gördü. Toprakla birlikte alt üst oldu. Yaşadı. Öldü. Toprağa geri döndü. Ve topraktan yeniden can buldu. Yeniden irşat etti beni. Aslı zaten topraktı. Ağaç olmuş önce sonra kâğıt sonra işlenmiş kıvamını bulmuş yazılacak hale getirilmiş ardından bilgiyi üzerine yazdırmış, okuyucuya ulaşmış ve bir şekilde sonuçta toprağa aslına yeniden dönmüş. Topraktan yeniden irşadına devam etmiş. İnsanları tabutla mı gömelim yoksa toprağa öylece mi bırakalım diye sorulunca Hz Mevlana’ya, toprağın kucağına bırakmak gerekir demiş. Tabut ağaçtan yapılır o da topraktan. İnsanın da aslı toprak olduğu için toprak anne gibidir. Kişiyi anne kucağına teslim etmeli demiş Hz pir. Tabutsa insanın kardeşi gibidir. Aynı anneden olma. İnsan da yeniden aslına ulaştıktan sonra canlılığını yeniden kazanacak.
Yeniden kâğıt parçasına dönecek olursak. Yazılanlar atılan ok gibiydi. Nerde ve hangi hedefi bulacağı belli olmayan oklar.
Okuyucularla belli bir süre sonra görünmez bir bağ oluşuyor arada. Hem yazanı hem okuyanı var eden bir birliktelik bu. Yazdıkça bu bağı daha güçlü hissediyorum. Ayrıca okuyanlar kendini daha fazla ifade ettikçe. Buradayız biz de varız dedikçe. Ben de biliyorum ki bu yazılanlar da hedefine mutlaka ulaşacak. Sizi de beni de var eden mutlak varlığın varlığı bu.
Genellikle pazartesi akşamları yazıyorum yazılarımı. Bu kez Salı sabahına sarktı. Sabahın altısında yazıyorum bu satırları. Hafta sonu Gebze ve İstanbul arasında Marmara denizine uzanan Bayramoğlu adasındaydım. Yaklaşık 1 yıldır her ayın ikinci cumasına denk gelen hafta sonları ordayım. 2 yıllık bir psikoterapi eğitimi için. 1.5 yıl daha devam edecek Allah izin verirse. Teorik kısmı bitti. Formülasyon ve süpervizyon aşamaları var daha. Aynı günlerin cumartesi akşamları da İzmit’te Kocaeli Bilim Kültür Ve Sanat Derneğinde Mesnevi dersleri yapıyoruz.
Disiplinli insanları hep beğenmişimdir. Ben bunu iyi becerenlerden değilim. Hayatımı planlayan birisi olamadım o anlamda. Belki de kendi eksikliklerimdir beni psikoterapiyle buluşturan. Belki değil öyle demek daha doğru. Kohut ki kendilik psikolojisini kuramlaştırmış önemli bir bilim adamı. İnsanın yaşamını tamamlaması içindeki asıl kendiliği aynalamasıyla anlamlanır der. Anlam arayışı peşinde koşanların buluştuğu yer olmasını dilediğim bir mekân burası. Bu yazılar onun için yazılıyor. Birbirimizden öğreniyoruz. Birbirimize katıyoruz. Hayatımıza anlam katalım isteğiyle.
Nasıl bir öğretmenin başarısı öğrencilere bağlıysa ve yine nağmeleriyle gönüllere uzanan musikişinasların başarısı dinleyenlere bağlıysa bu mekânın başarısı da okuyanların irfanına bağlı. Ve bu irfanı sizler de görüyorum. Yorumlarınızla, zaman zaman karşılaştığımızda sarf ettiğiniz sözlerle bu yazılanlara ortak oluyorsunuz. Birlikte yazıyoruz. Birlikte anlam katıyoruz yaşama. Biz de yazdıklarımızı birlikte ulaştırıyoruz ulaşması gereken yerlere. Sonra bunlar da toprağa karışacak ve yeniden hayat bulacak. Toprağa doğru yakınlaşmalıyız. Olabildiğince ona yakınlaşmalı. Anamızdan uzak kalmamalıyız. Dönüşümüz de dönmeden önceki canlılığımız da buna bağlı. Toprağa yakın duranlar, onunla yakınlığını kesmeyenler hep ve daima canlı. Daha da önemlisi üretken.
Anneler günü deyince geldi bütün bu çağrışımlar. Anne ve toprak ilişkisini düşününce. Veren, üreten ve taşıyanlar olma özelliği ikisini bir arada düşündüren. Toprak ona sığınanları büyütüp yüceltir. Küçük bir tohum bile olsanız. Analar da böyle. Küçük bir tohumken bizler, can verip ağaçlar gibi başımızı yukarı göğe doğru gönderiler. Kimi çınar olur kimi gül. Sonra onların da toprak olma can verme zamanı gelir. Toprağa karışmayı tercih etmeli taşlaşmak yerine. Hz pir’e kulak verelim:
“Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!”
www.pozitifdegisim.com