Bir eğitimciye en güzel hediye

Şakir Tuncay Uyaroğlu

 

Saygı değer okuyucularım, bugün köşemde -şimdi çiçeği burnunda bir Türkçe öğretmeni olan- öğrencilerimizden birine ait muazzam bir yazı var. Bir eğitimciye verilecek en güzel hediye bu olsa gerek.

Her biri bizim için pırlanta değerinde olan sevgili öğrencilerimiz; yüreğinize, elinize, kaleminize sağlık...

 

Zeynep Turhal

NEÜ, Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği

Varlığın Hüzünlü Sesi

Ney… Vatanı olan sazlıktan koparılmış, benzi sararmış, içi parça parça yarılmış, yanmış yakılmış, bağrında delikler açılmış, ayrılığı her bir zerresiyle yaşamış ve vuslat ümidiyle tüm bunlara dayanmış bir âşık…

Ney için sadece “musiki aleti” demek, doğrusu kısır bir tanımlama olur. Ney, kendi varlığından ve bütün fâni âlemden sıyrılmış bir sûfi, ilahî aşkla yanmada kendisine yol bulmuş bir âşık, ateşe koşan bir pervanedir. Ney, “kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede”, varlıktan kurtulup yokluk sevdasına düşmededir.

İlahî aşkla yananların sembolüdür o. Ruhlar âleminde tüm fitneden ve dertten uzakken dünyaya sürgün edilen insan gibi, ney de kamışlıkta köküyle ve yaprağıyla yaşarken, kesilip gurbet ellerde bulunmaya mahkûm edilmiştir.

Manevi tatlardan mahrum kalan ney, arif insan gibi kurur. Dış görünüşü sade, meziyeti içinde olan neyden çıkan aşk dolu nağmeler, sıradan bir görünüme sahip olan arif insanların ağızlarından çıkan ve ötelerden haber veren aşkla bezenmiş sözlere benzer.

“Maksat aşkı dillendirmekse uyanığız,

Bir garip ney gibi çok yanığız.”

Ney denilince, Mevlâna Hazretlerinin Mesnevî’si akıllara gelir. Hz. Mevlâna, Mesnevî’sine şu sözlerle başlar:

“Dinle neyden kim hikâyet etmede,

Ayrılıklardan şikâyet etmede.”

Mesnevî yorumcuları, buradaki “ney” kavramının kâmil insanı (birtakım merhalelerden geçerek olgunluğa erişmiş kişi) karşıladığını söylerler. “ney”in erenlerle ilgili olduğu, bu nedenle de erenlere “nay” denildiği şeklinde yorumlar yapılır.

“nay”, Farsçada olumsuzluk bildirir, aynı zamanda “yok” anlamına da gelir. Erenler de kendi varlıklarından bütünüyle sıyrıldıkları, âdeta “yok oldukları” için bu yakıştırma yapılmıştır.

Şekil itibarıyla dümdüzdür bu ney. Hiçbir çıkıntısı, sivriliği yoktur, doğrudur. Bu da, onun kararlı duruşunu, nefsî arzular karşısında eğilip bükülmediğini gösterir. Yanıklar vardır bedeninde. Aşk ateşiyle yanışının izlerini taşır onlar. Olgunluk mertebesine erişmiş, çiğlikten kurtulmuştur böylece.

Renginden, perhizde olduğu anlaşılır; sararmıştır, ayrılık acısıyla solmuştur âdeta. İçi boştur neyin; onun dünya zevklerinden, tuzaklarından arınmış olduğunun işaretidir bu.

Uzunluğu kısalığı göreceli olan şu rüya misali dünyanın gelip geçici arzuları neyin içinde duramaz. Öylece çıkar ve gider. Ne geride bir şey bırakır, ne de neyden bir şey alıp götürebilir.

“Ney-i bezm-i gamem ey mâh, ne bulsan yele ver. / Oda yanmış kuru cisminde hevâdan gayrı.”

Şu gurbet ellerde aslını arayan insanla, musikinin hüzünlü sesi neyin şeklî benzerlikleri de vardır. Ney, dokuz boğumdan oluşur. İnsanların boğazları da dokuz boğumludur. Ney, üzerinde yedi tane delik taşır.

İnsanın yüzünde de bu sayı aynıdır. Yüze bakıldığı zaman; gözler, kulaklar, burun delikleri ve ağız olmak üzere yedi tane delik olduğu görülür. Bu sayıların başka boyutlarda da temsilleri vardır.

Meselâ, neyzenin nefesiyle dile gelen neyin üzerindeki yedi nota perdesi, İlahî nefesle hayat bulan insanın olgunluğa erişme mücadelesinde baş etmesi gereken yedi kat nefsi temsil eder. Neye, erbabı tarafından üflenen nefesin dokuz boğumdan geçmesi de,

“Ne sahibim bu yerde, ne kiracı. / Sadece bir ömürlük misafirim ben.” diyen insanın bu misafirliğe olan yolculuğunun dokuz ay sürmesinin temsilidir.

“Oldu âteş sıyt-ı ney sanma hevâ. / Kimde bu âteş yoğ ise hayf ana.”

(Neyin sadası ateş oldu, onu hava sanma. / Kimde bu ateş yoksa, yazıklar ona.)

Gönülden çıkan feryat nefes olur neye ulaşır. Ney, âşığın hâlinden anlar. Aşinadır bu derde. Alır nefesi ateşiyle yakar ve meclise bırakır. Nefes şarap, ney ise şarabı sunan sakîdir. Sunulan bu şaraba da ancak yanmakta olan gönüller ve aşk sarhoşları talip olur. Nasıl, değerli taşların kadrini sarraf bilirse, aşk şarabının kadrini de sarraf-ı aşk bilir. “Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden.”

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.