Araplar yazımızın bu ikincisinde 70’li, 80’li yılların mahalle kadınlarını yazacağım. Sabahattin Ali, Isınmak için adlı öyküsünde 1930’lu yıllarda Araplar’da geçen öyküsünde, yoksul bir kadının hasta çocuğunu ısıtmak için verdiği mücadeleyi anlatır. O yıllarda mahallemiz fakir insanların yaşadığı bir yerdir. Benim çocukluğumdaki mahalle de çok farklı değil ama nispeten daha gelişmişti. O zamanın insanları için hayat zordu haliyle ama kadınlar için daha da zordu. Toprak damlı kerpiç evlerde çeşme yoktu. Avluda bir tulumba olur, onun da suyu acı ve yetersiz çıkardı. O yüzden de çoğunlukla su sokak çeşmesinden güğümlerle, bakır bardaklarla, helkelerle taşınır, çamaşır bulaşık elde yıkanırdı. Genelde avluda, örtme dediğimiz yerler, mutfak olarak kullanılır, karda kışta bile buralardan sofra hazırlanıp odalara taşınırdı.
Gaz ocaklarında kahve, çay suları kaynatılır, yemekler milangaz dediğimiz piknik tüplerinde yapılırdı, ancak bunlar pahalı bulunduğundan, çoğunlukla yemekler ızgara diye adlandırılan bir teneke kabın içine tuğlalar yerleştirilen bir düzenekten oluşan bir tür ocakta pişirilirdi. Kadınlar bu ızgaraları tutuşturmak için dakikalarca eğilip üflerler, ondan gelen dumanla gözleri yaş içinde kalırdı. Avlulara hayat denirdi, hayatta genellikle bir tandır, bir ocak da bulunur, ekmek tandırda yapılır, ocakta ise börek çörek yapılır hane halkı börek yapıldığı günlerde sırayla oklava ile açılıp ocakta pişirilen sac börekleriyle karınlarını doyururdu. Tandırda ekmek yapılacağı gün evin hanımı sabah namazından sonra tandırı yakar, hamuru yoğurur ve öğlen olmadan ekmeği yapardı. Tandır ateşinden yanakları al al olan kadınlar, o ekmeklerden yakın komşularına, mahalle esnafına da gönderir, kokusunu duydular diye onlara da tattırılırlardı. Gerçekten de o tandır ekmeğinin muhteşem kokusu geniş bir alanı kaplardı.
Hayat duvarları, oda duvarları çoğu zaman dökülür, hatta yer yer yıkılırdı. Kadınlar buraları sıvar ve kireçle yeniden güzelleştirirler güherçile duvarlar gelinlik kızlar gibi süslü görünürlerdi. Dış duvarlar ise yarı bellerine kadar aşı boyası ile boyanır, başka bir güzellik olarak gelip geçenlerin gözlerinde hoşluk bırakırdı. Odaların tabanı genellikle topraktı ve o toprak zeminlerde zamanla güherçile olur, buralar aslımda sulak yerlerde biten kındıra otlarıyla kapatılıp üzerlerine kilim, palaz ya da halılar serilirdi.
Evlerde çoğunlukla inek, camız gibi hayvanlar beslenir, onların süt sağımları yine evin kadını tarafından yapılır, sabah erkenden sürüye katılmak üzere kapıdan dışarı salınır, mahallenin sığır çobanı bu hayvanları aslım diye adlandırdığımız yere götürür ikindin sonuna doğru tekrar evlerine getirirdi. Her hayvan çıktığı kapıyı bilir evin hanımı sabah gönderdiği ineğini, camızını tekrar içeri, hayatta bulunan ahırına kapatırdı. Bu hayvanların sütünden tereyağı, peynir, kaymak üretilir hem evin ihtiyacı çıkarılır hem de fazlası satılarak ev bütçesine katkı sağlanırdı. Bütün bu işleri evin kadını yapardı. Camız kaymağının, küflü peynirin ve sapsarı çıkan tereyağının öyle bir tadı vardı ki, bugünün insanına anlatmak mümkün değil... Sıcacık tandır ekmeğinin arasına sıkıştırılan tere yağı ve küflü peynirin tadı ne pizzaya ne de hamburgere benzerdi, çok daha mükemmel bir tadı ve kokusu vardı.
Gelin olacak kızların kullanacağı birçok eşya yine ev kadınları tarafından yapılırdı. Kanaviçe işlemeler, peşkirler, iğne oyaları el emeği göz nuru olarak büyük bir titizlikle yapılır, kızın çeyizine konurdu. İşleme çarşaflar, tülbentler, namazlığalar çeşit çeşit nakış ve motiflerle adeta bir sanat eseri gibi meydana getirilirdi. Böylelikle kadim kültürümüzün yaşatılmasında da kadınlarımızın büyük bir katkısı olurdu.
Kirmanlarda yün eğiren nineler, halı dokuyan genç kızlar ve çocuklarının giyeceği pantolonu, göyneği, gömleği dikebilen maharetli kadınlar vardı. Genç kızlar okuldan çıkınca kuran kursuna gider, sonra da evinde terzilik eden usta kadınların yanında bir veya iki yıl terzilik öğrenmeye giderlerdi. Bu işi yapan mahallece bilinen terzi Sayime abla, terzi Şerife abla, terzi Iraz abla ve terzi Esme nine vardı...
Zordu belki o günlerde kadın olmak ama bunu başaran namuslu, şerefli abide kadınlarımız o Araplar’ın o günkü ruhuna uygun yaşamışlardı. Hala hafızamda yer edinen ekmeğini elindeki iğneden, şişten çıkaran kadınlar var. Küçücük hayatlarında mevsim sebzeleri yetiştirerek aile bütçesini rahatlatan kadınlar.
Birkaç da isimleriyle analım: Anneannem Ayış Hoca, İğneci Raziye ve Kezban ablalar, Sebahat Hoca, Esme’nin Ümran abla, Tandırda kuzu pişiren Miyase nine ve Hamiyet abla, Ummani abla, Onacakların Ziliya nine. Şekermehmetlerin Fadim abla, Düriyelerin Ulviye abla ve daha nice abidevi kadınlar.
Sevgiyle kalın.