O’nu Türk toplumu daha çok muhteşem bir duygu seliyle yazılmış “Biz böyle görmedik, haram bilmedik, eğilmedik, bükülmedik...” sözleriyle başlayan Yalnız Kurt şarkısıyla tanıdı. Yalnız Kurt, Ayyıldız Kolye, Neyleyim, Vay Delikanlı Gönlüm, Adam Gibi şarkılarıyla genç kitlelerin sevgilisi olarak müzisyen kimliğiyle milyonların sevgisini kazandı. Oysaki bizim O’nunla tanışmamız ve kadim dostluğumuz yalnızca bizi bizden alan bu güzel tınıları ve güfteleriyle olmamıştı.
O’nunla dostluğumuz uzun ve derin bir Ziya Gökalp sohbetiyle başlamıştı.
Çünkü O sadece çok sevilen bir müzisyen değildi, usta bir makale yazarı, romancı, senaristlik ve sinema oyunculuğu kimliğine sahip bir entelektüel kalem ehliydi. Ayrıca pek çoğunuzun bilmediğinizi düşündüğüm bir marifeti daha vardı, O aynı zamanda önemli bir illüstratör, çizim ustasıydı.
Evet anlayacağınız Ahmet Şafak bestelediği, sözünü yazdığı ve güçlü sesiyle hayat verdiği o güzel şarkılarından çok önce makaleleriyle, gazeteci kimliği ve yazdığı üç kitapla entelektüel hayatımıza girmişti. Bugüne kadar Türk kültürü, sanatı, tarihi ve edebiyatı üzerine çok sağlam, analitik çözümlemeler yaparak, hem kendi kültürümüzü hem de “dünyayı anlamak ve anlatmak” adına milli bir perspektiften bakarak, objektif ölçütlerden şaşmayarak yazılı eserler verdi.
Roman ve denemelerden oluşan 15’in üzerinde kitaba sahip Ahmet Şafak bir sohbetimizde “Araştırılsa hem müzisyen olup hem de bu kadar kitabı olan çok az sanatçı vardır” demişti ve haksız sayılmazdı.
O’nun bu cümleyi söylemesinin altında yatan öznel bir duruma da işaret etmek istiyorum. Çünkü yaptığımız o uzun sohbetlerde sık sık konuştuğumuz bu meseleyi de burada ifade etmezsem bu yazı eksik kalır. Ahmet Şafak, “Toplumda bir insan bir tek işi yapabilir, mesela müzisyense kitap yazamaz algısı var. Gitsin şarkısını söylesin diyerek yazılan esere, verilen emeğe, entelektüel çabaya burun kıvıranlar söz konusu. Bunu diyenlerin çok yönlü sanatçılar olan Rönesans insanından ya da 11 yüzyıldaki Türk Rönesans’ını gerçekleştirenlerden haberi yok sanki” diyordu.
Batıda Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi mimar, ressam, heykeltıraş, müzisyen, astronomi ve mucidlik yapan sanatçılar, bizde Farabi, İbni Sina gibi filozof olup müzikten tıbba, gökbilimden psikolojiye pek çok konuda eser veren sanatçılar söz konusuyken bu güçlü geleneği sürdürme çabasında olan sanatçılarımıza burun kıvırmak yerine, köstek değil destek olmak gerekmez mi?
Birileri ne kadar burun kıvırırsa kıvırsan sevgili Ahmet Şafak bu entelektüel verimliliğine geçtiğimiz günlerde bir yenisini daha ekledi ve edebiyat /kültür/düşünce hayatımızın bir buçuk asırlık serüvenini, aktörlerini ve tartışmalarını “Hem Okudum Hem de Yazdım” adlı kitabıyla günümüze taşıdı. Küsena yayınlarından çıkan kitap 224 sayfa olup, yazıların her birinin başı konuya ilişkin Ahmet Şafak imzalı İllüstrasyonlarıyla bezenmiş.
“Hem Okudum Hem de Yazdım” la ilgili izlenimlerime gelirsek; edebi bir üslupla ve derin bir bilgi birikimiyle, özenle yazılmış, ancak tarafımdan biraz geç bir şekilde okunmuş bu kitaptan oldukça keyif aldım. Böylesine tarihi, entelektüel birikimle kaleme alınmış bir kitabı gecikmiş okumadan dolayı öncelikle kıymetli dostum Ahmet Şafak’tan beni bağışlamasını diliyorum.
Ahmet Şafak, “Bir kültür çalışması” dediği eserinin en önemli amacının geçmişle gelecek arasında bağlantılar kurmak ve geleceğe bir ışık yakmak olarak açıklıyor. Bunu da edebiyattan, sanata, kültürden siyasete, Vatan Yahut Silitstre kuşağından günümüzdeki XYZ kuşağına kadar işlediği konular, düşünürlerle büyük ölçüde başarıyor. Bu hususla ilgili olarak da Mehmet Kaplan’ın şu sözlerini referans alıyor “ Fertlerin nasıl birbirinden ayrı bir duyma, düşünme, ve hareket etme tarzları varsa, nesillerin de kendine has, önceki ve sonraki nesillerinkine benzemeyen bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları vardır”
Şafak kitabında kültür ve fikir hayatının abidevi şahsiyetleri, tartışılan şahsiyetleri, unutulan şahsiyetleri ve eserleri kendine özgü sade fakat etkileyici üslubuyla okuyucuya aktarıyor. Bu eser yıldızlar geçidi gibi, kimler yok ki? Namık Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Nihal Atsız, Ziya Gökalp, Mehmet Kaplan, Tarık Buğra, Ahmet Mithat Efendi, Yusuf Akçura, Tevfik Fikret, İdris Küçükömer, Erol Güngör, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Ahmet Ağaoğlu, Nazım Hikmet, , Kemalettin Tuğcu, Yaşar Kemal, Attila İlhan, İbni Sina, İlber Ortaylı, Adile Ayda, Zülfü Livaneli gibi Türk şair, romancı, düşünür ve kültür adamlarının yanı sıra, Hungtington, Daniel Defo, David Slinger, Antonie de Saint Expery, Jean Baudrillard, Aldoux Huxley, Benedcit Anderson, Konfüçyüs gibi yabancı pek çok, siyasetçi yazar, edebiyatçı ve düşünürün eserlerinden yola çıkılarak kaleme alınmış eser bizi adeta bir kültür atlasında seyahate çıkarıyor.
“Tarihi şahsiyetler günlük davranışlarıyla değil, fikirleri ve o fikirleri hayata geçirirken verdikleri mücadele ile değerlendirilmelidir” diyen Ahmet Şafak düşünce dünyamızın mimarları olan bu yazarları/ düşünürleri ele alırken bir yandan onların eserlerine, düşüncelerine hürmeti elden bırakmıyor hak edene hak ettiği değeri veriyor öbür taraftan da bugüne kadar dokunulmazlığı olan kimi entelektüellere cesur bir şekilde çok önemli tenkitlerde bulunuyor. Kimilerince eleştirilemez/ kutsal kişilik mertebesindeki bu zatları üslublu bir şekilde, tarihi dönemleri ve şartları dikkate alarak gerçek bir aydın insafıyla tenkit ediyor.
Burada hepsini ele alamayacağız, ancak Şafak’ın kitabında “uzun zamandır fikirlerle değil olaylarla ilgilenen bir aydın zihnimiz var” tespitinden yola çıkarak konu edindiği “fikir dünyamızdaki farklı bakış açıları” adlı yazısı çok mühim bir değerlendirme içeriyor. Söz konusu yazısında mesela Cemil Meriç’in Ahmet Ağaoğlu üzerine ağır tenkitlerde bulunup “milliyetçilik”le ilgili müstehzi düşünceler serdetmesini, Abdullah Cevdet’e ise müsamahalı davranışını haksız bulduğunu cesaretle ifade ediyor.
Yine Türk edebiyatının kutup yıldızlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’la ilgili kaleme aldığı yazısındaki Tanpınar tanımı bugüne kadar yapılan en güzel tanımlardan biri “Ahmet Hamdi Tanpınar, geçmişin sırlı dünyasına özlem duymadığı halde bu sırrın yaşaması için mücadele eden çağdaş bir gelenekçi…”
Ahmet Şafak’ın eserindeki okumaların bir önemli tarafı da yukarıda kendisinin ifade ettiği gibi, geçmişle, günümüzü, hatta geleceği buluşturma iddiası. Bununla ilgili olarak distopyaların piri George Orwel, Aldoux Huxley’le, Türklüğün piri Dede Korkut’u “ Huxley, Orwell Boudrillard ve Oğuz’un Uykusu” adlı yazıda birlikte ele alması hem derin bir okumanın hem de keskin bir zekânın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazı altı çizilerek, özel bir okuma ilgisini fazlasıyla hak ediyor.
Şafak’ın eserinde sadece edebiyat yok, yüz elli yıllık batılılaşma hikâyemiz de yoğun bir şekilde işleniyor. O yüzden zaman zaman Tanzimatçılardan İttihatçılara ve Kuvvacılara uzanan bir zaman ve zeminde ilerliyor kitap. Mithat Paşa’dan Cevdet Paşa’ya, Ahmet Rıza’dan Prens Sabahattin’e, Enver Paşa’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar pek çok tarihi şahsiyet ve olay ele alınmış. Şafak bu zaman diliminde beynelmilelci kozmopolitistlerle millilerin mücadelesine dikkat çekiyor. Bu savaş Tevfik Fikret’in ifadesiyle Çelik’le Et’in yani İngiliz öncülüğündeki medeniyetle bu medeniyete karşı bütün varlığıyla karşı koyan Et’in yani Türk’ün mücadelesidir diyor ve Tevfik gibi düşünen beynelmilelcilerin kaybettiğine işaret ederek bu mücadelenin izlerini, müzikte, resimde, güzel sanatlarda yapılan tartışmalara ilişkin örneklerlerle açıklıyor.
Milliyetçi kimliğiyle bilinen Ahmet Şafak sadece kendi mahallesinden örnekler vermiyor, eserinde bir tarafta “Düşünme, Arzu et sade, Bak, Böcekler de öyle yapıyor” şeklinde tebarüz eden icgüdeler edebiyatının simgesi Orhan Veli’den , “Yaş otuzbeş yolun yarısı” diyen Cahit Sıtkı Tarancı’dan öbür yandan sol liberal sanatçı Zülfü Livaneli’nin Sevdalım Hayat biyografisinde Kırgızistan’da yaşadığı Türkçülük serüvenini okuyoruz. Livaneli kendisine yol arkadaşlığı eden toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden Yaşar Kemal’in Isık Gölü’nün kıyısında atları ve kartallar görünce Türk bölgelerinde olmanın büyük bir heyecan yarattığını yine onun satırlarında görüyoruz.
Şafak yukarıda belirttiğim kimliğinin gerektirdiğini de yapıyor ve kitabında milliyetçi kalemlere önemli ölçüde yer veriyor. Bozkurtların Ölümü’yle, eşsiz tarihçiliğiyle bizi yeniden Orta Asya’yla ana vatanımızla buluşturan Atsız’ın büyük mücadelesini, Anadolu’yu Türk yurdu yapan Ömer Lütfi Barkan’ın Kolanizatör Türk Dervişlerini, Türkçülerin gayesi, muasır bir İslâm Türklüğü ibda etmektir diyerek Türk milliyetçiliğini bilimsel temellere oturtmuş Ziya Gökalp’i, Türk milletini sevmek kuru bir aşktan ibaret olmayıp milli menfaatleri bilmekten geçer diyen büyük Türkçü Yusuf Akçura’yı , Turan öykülerini yazan Ömer Seyfettin’i, Çağlayanlar’la Türklük şuurunu zirveye taşıyan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nu milli damarımızın bu fikri kaynaklarını da ilk kez okuyacağınız kendine özgü farklı bir bakış açısıyla anlatıyor.
Sözüyle, sazıyla, kalemiyle kendisinin de sık sık örneklendirdiği 11. Yüzyılda Türk Rönesans’ını yaşatan düşünürler gibi pek çok alanda eserler veren ve bu eserleriyle yeni kuşaklara ilham kaynağı olmasını dilediğim Ahmet Şafak, “ Hem Okudum Hem de Yazdım” adlı denemelerden oluşan ve keyifle okuduğum eserde bütün bu özelliklerini ustalıkla sergilemiş. Dimağına, yüreğine, kalemine sağlık.