Mevlana’nın şehrinde yaşıyoruz. Onu ne kadar tanıyoruz? Söylediklerini hayatımıza alıyor muyuz? Onun hoşgörüsü, insana verdiği değer ve aşkı, bizde ne kadar yer edinebilmiş? Bütün bu sorular, uzun yıllar sonra yaptığım Mevlâna ziyaretim esnasında aklıma düştü. Aslında bu soruların cevaplarının çok da olumlu olmadığı düşüncesini taşıyorum. Bunu, Konyalılar olarak daha ciddi bir şekilde düşünmemiz ve hayatımızda gerekli olan manevi inkılabı gerçekleştirmemiz lazım.
Öncelikle ziyaretim sırasındaki izlenimlerimden bahis açayım: Bir pazar günü olmasından mı, yoksa her zaman mı böyle bilemiyorum ama oldukça kalabalık bir ziyaretçi topluluğu vardı. Tabi çoğunluk yabancı turistlerdeydi. İnsanlara baktım, yüzlerinde herhangi bir turistik yeri geziyormuş gibi bir ifade vardı çoğunlukla. Bir müzeyi ziyaret ediyorlardı sanki. Özellikle yabancılarda gördüğüm kıyafetler, Hazret-i Pir’in manevi varlığına ters düşüyor, bir türbe havasına uygun düşmüyordu. Bizi biz yapan değerlerin bile üzerinden seküler silindirler geçirilmiş, değişen hayat tarzımız gibi, düşünme kalıplarımız da değişmiş, dönüşmüş, yozlaşmış. Maneviyatımızın kilometre taşlarının bile içinden özü çıkarılıp görüntüden ibaret bir hale getirilmiş. Uzun zamandır içeri giremediğim için üzülürdüm, ancak dışarı çıkıp Kubbe-i Hadra’ya bakınca maneviyatıma daha iyi geldiğini gördüm, üzüntüm hafifledi...
Rene Guenon: “Türkler zenginler çünkü onlarda Mevlâna var” diyor. Evet gerçekten de Mevlana’nın varlığı bizler için maden değerindedir ama işlemediğin maden, ya da yanlış işlediğin maden nasıl değer kazanabilir ki? Bütün Türklerin ve özellikle Konyalı olarak bizlerin Mevlana’nın söylediklerini, verdiği mesajı daha iyi değerlendirmek gibi bir yükümlülüğü var. Ortega Y. Gasset: “ İnsanların tabiatı yoktur, tarihleri vardır.” der. Bizim tarihimiz ise yeryüzünde yaşamış milletlerin tarihleri içindeki en güzel, en büyük ve en görkemli tarihlerden biridir. Bizde Mevlâna var, Yunus var, Ahmet Yesevi var. Bizim tarihimiz bunca kadim ve kademli insanlarla ışıl ışıl dururken, neden başkalarının taklidi olmaya rıza gösteriyoruz? Neden tabiatımızı dejenere olmuş milletlerin ikliminden devşirmeye çalışıyoruz? Bu, bugün böyledir diye yarın da böyle olması gerekmiyor; hayat değerli, insan değerli, gelecek değerli. Geleceği, bugün imar eder. Bizler yanlışta ısrar etmezsek gelecek daha güzel, daha doğru, daha yaşanası olur.
Konya'mızın ortasında yeşil bir vaha gibi duran Mevlâna Türbesi manevi iklimimize yön veriyor yine de. Oradaki varlığı, duruşu bizlerin içini yeşertiyor. Yarına güvenimiz artıyor, cesaretimiz çoğalıyor. Onun manevi sofrasından gönüllerimiz nasibince payını alıyor. Dilerim ki Onun görüntüsünden ziyade özünü anlamaya da gayret eder, nasibimizi artırırız.
Burada sözü, sözün büyüğünü söyleyen Mevlana’ya bırakalım:
Etme
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme !