Bundan on üç yıl önce Ruanda’da dünya tarihinde eşine az rastlanır bir rezalet yaşandı. Hem de tüm dünyanın, uluslar arası barışı sağladığını iddia eden Birleşmiş Milletlerin gözü önünde.
Evet, aynı dine inanan, aynı renge sahip, aynı dili konuşan milyonlarca insan, kardeşleri tarafından palalarla doğrandı.
Ruanda, Orta Afrika’nın en verimli topraklarına sahip, insanların barış içinde yaşadığı yemyeşil bir ülkeydi 1800’lerin sonuna kadar.
Daha sonra sömürgeciler ele geçiriyor bu güzel ülkeyi.
İlk sömürgeci devlet Almanlar. Birinci dünya savaşına kadar Alman egemenliği sürüyor, daha sonra ise Belçika sömürgesi haline geliyor Ruanda..
Ve gittikleri her yerde yaptıklarını burada da yapıyor sömürgeci zihniyet. İlk nifak tohumlarını ekiyor sömürgeciler ve Ruanda’yı iki sınıfa, bölüyorlar. Şehirlerde yaşayan, yüzleri daha güzel, daha gürbüz ve 10’dan fazla ineği olan yerli halka Tutsi, köylerde yaşayan tarımla uğraşan daha alt gelir grubu halka da Hutu adını veriyorlar.
Bu nifak tohumu nüfus cüzdanlarına kimlik olarak yansıyor Ruandalı’ların. Özellikle kilise ve misyonerler aracılığıyla İncil’e de dayandırılarak, adeta bir üstün ırk fenomeni yaratılıyor Tutsiler’den. İkinci dünya savaşına kadar Tutsi’ler ülkenin tek hakimi oluyorlar. Baskı ve yıldırmalar, ikinci sınıf vatandaş muameleleri bizzat sömürgeci güçlerin telkinleriyle Hutular üzerinde etkili oluyor.
İkinci Dünya savaşı sonrası ise ülkenin çoğunluğuna sahip Hutular egemenliği ele geçiriyor. Bu dönemde Fransa devreye giriyor ve sömürgecilik oyunun başrolünü Fransa kapıyor. Ve bu tarihten itibaren de katliamlar başlıyor. Yüz binlerce Tutsi ülkesini terk ediyor. 1994 yılının 5 Nisan’ında ise olanlar oluyor. Ruanda devlet başkanının öldürülmesiyle birlikte ülke adeta kan gölüne dönüyor. Hutular’ın egemenliğindeki devlet güçleri ve onları destekleyen Fransa ile birlikte adeta bir Tutsi avı başlıyor. Bir ayda tamı tamına bir milyon Tutsi ve ılımlı Hutu öldürülüyor. Birleşmiş Milletler ise her zamanki gibi olaylara seyirci olmaktan öte bir şey yapmıyor. Çin’den getirilen kesici aletler, palalarla insanlar yanındaki komşusunu, çoluğunu çocuğunu kesiyor, arkadaşının karısını, kızkardeşinin kocasını gözünü kırpmadan öldürüyor. Fransız şirketlerinin uçaklarıyla getirilen silahlarla kiliselere doldurulan onbinlerce insan kurşuna diziliyor. Ve üç ay içerisinde toplam iki milyon insan katlediliyor.
Ruanda’da dünya tarihinin neredeyse en büyük soykırımı yapılıyor ve Birleşmiş Milletler soykırım dememek için iç savaş tabirini kullanarak seyirci kalıyor bu yaşanan drama.
Batı yine vurdumduymaz, yine gözleri kapalı. Türkleri Ermeni soykırımıyla itham eden Fransa, Ruanda’daki soykırımın baş mimari oluyor o tarihte. Ancak onüç senedir bir özür bile dilemiyor.
Ne yazık ki, aynı dine inanan, aynı dili konuşan insanların arasına bile nifak tohumu atarak katliamlara neden olan Batı, geçmişte Somali’de, Bosna’da olduğu gibi, bugün Irak’ta, Filistin’de de aynı şeyleri yapıyor.
Evet, Raunda’yı ve Ruanda’da yaşanan acıları durup dururken hatırlatmak maksadıyla yazmadım bütün bunları.
Son zamanlarda yanı başımızda yaşananlar ve ülkemiz ile ilgili muhtemel senaryoları da bu minvalde düşünmek durumudayız.
Kendileri bütünleşirken, başkalarının parçalanması, bölük pörçük hale gelmesi için her türlü vahşeti, acımasızlığı destekleyen Bat’nın oyunlarına gelmemek gerekir.
Bir Ruanda, bir Somali değiliz, ancak bizi Ruanda, Somali yapmak isteyenler var ve bunun için gözümüzü açık tutmalıyız.
Oyuna gelmemeliyiz.
Ülkenin birliği ve bütünlüğü için her türlü bölücülükten, kırıcılıktan, kıyıcılıktan uzak durmalıyız.
Evet, batılı sömürgeci güçler bu ülkeden istediklerini alamayacaklar.
Çünkü bu toprakların hamuru sevgi ve kardeşlik üzerine yoğrulmuştur. Çok güçlü bir devlet geleneğimiz ve değil bir fiskeyle, topla tüfekle yıkılmayacak kadar güçlü kardeşlik bağlarımız var.
Bunu onlar da biliyor.
Ancak bu bağı zayıflatacak her türlü hamleyi de yapacaklardır. Ellerinden geleni ardına koymayacaklardır. Hesapları büyüktür. Bu hesabı boşa çıkarmak için gelin;
Bir olalım, iri olalım, diri olalım.