Bir türlü yiyemediğimiz arabaşı

Memleketi Kurtaran Adam

Aylar önce ehbaplara söz verdim, kar yağdığında arabaşı yaptıracağım size diye...

Kar kaç kez yağdı, eridi aktı gitti, ben bir türlü hacı ablanızı ikna idemedim...

Ama söz, herifliğe leke getirmeyeceğim, çok yakında arabaşını önünüze getireceğim. Artık içer miyiz, yer miyiz bilemem. Çünkü Konyalılar arabaşını yer. Başka yerlerde içiliyormuş! Her neyse...

Biz çocukken öyle televizyon melevizyon yoktu tabi, hemen her akşam ya biz bir komşumuza giderdik ya da bir komşumuz bize gelirdi. Öyle telefonla arayıp şimdiki gibi müsaitseniz size geleceğiz filan da olamazdı. Hayat kapısı açılınca köpek havlamaya başlar ardından da çat kapı girilir gelinirdi. Bu asla ayıp da karşılanmazdı.

Löküs lambasının loş ışığı altında uzun kış gecelerini muhabbet süslerdi. Herkes bişeyler anlatırdı. İhtiyarlar harp yıllarından gelemezdi bu yana. Baaanneler ise öbür taraftan bir yaş yarenliği açardı ki sormayın gitsin. Falanca şu yaşta, feşmekanca bu yaşta. Şu zaman doğdun bu zaman doğdun, olmadı ayları yılları saymalar...

Hacce nene, Osmanağa’nın ikinci karısından kalma oğlu Mehmet’i büyütmüş. Deli Rıza Vesile Abla’nın aşkıyla tutuşmuş, ama babasını ikna idememiş. Memili emminin ilk karısı pek gözelimiş, ama erken ayrılmış aramızdan. İsmail Çavuş ağa şu yaşa gelmiş, ağzına ne cara ne de içki koymuş...

Biz çocuklar ise bir kenarda tatlı yarenliği dinler bilgilenirdik. Şayet sıkılırsak geçerdik öbür odaya başlardık kendi oyunlarımızı oynamaya...

Oturmalar bazen 5-6 saat sürerdi. Öyle şimdiki gibi hadi biz gidiyoruz olmazdı. Çünkü ertesi gün kimsenin yapacağı bir iş yoktu. Gecenin bir yarısından sonra arabaşını bolca görürdük soframızda. Arada bir de İbrahim emminin pişmaniyesini. O şekeri elinde çevire çevire pişmaniye haline getirirdi biz de şaşkın bir vaziyette izler sonra da avuç avuç yerdik...

Babamın arabaşı yerken gayışını gevşetmesini ise hiç unutamam. Gayış dediğim şimdiki kemer, ama babam gayış demekten hiç vazgeçmedi. Arabaşını yerken de sofranın bilirkişisiydi babam. Kim çorbanın içine hamur kaçırdı, kime ne ceza verilecek o belirlerdi. Öyle rastgele yenmezdi bu aş. Bir adabı vardı...

Avcı eksik olmazdı o zamanlar. Mutlaka birileri bir ördek veya tavşan getirirdi gün aşırı. Arabaşı da zaten onun etiyle yapılırdı. Şimdiki hazır tavuklarla yapılana babam mezarından kalksa gelse kaşık sallamaz...

Acıyı kim çok atarsa en çok ona yüklenilirdi. Çorbanın içine ekşiyi fazla kaçırana ise iyi bakılmazdı. Bu iş ehlince yönetilmeliydi. Tuz, ekşi ve acı bilirkişinin yanında olur, ayarını o yapardı. Şayet çorbanın balığı yani eti azalırsa hemen evin avradına seslenilirdi. Bir koşu ateşin üstünden ilave et getiriliverirdi...

Sonraları televizyon denen zıkkım çıktı geldi başımıza. Gecenin bilmem kaçında Muhammed Ali’nin boks maçını izlemek ayrıcalık oldu bir anda. Koca köyde üç kişi alabilmişti bu yeni gayıtı. Bir zaman sonra Dallas diye bir amerikan dizisi başladı ki köyü kasabayı kilitlerdi tv’nin başına. Pazar akşamları kime gidileceği belliydi. Televizyonu olup da bir akşam evde yalnız başına oturabilen yoktur sanırım o zamanlar...

Günümüzde yan komşusunun kim olduğunu bilmeyen apartman sakinleri türedi. Falanca komşu bir akşam gelecek de saatlerce oturacak haa! Ne gezer, bayramda gelirse iyi bişey...

Anayacağınız dadımız duzumuz galmadı.

Fakat yemeye doyamadığımız arabaşı her ne kadar seyrek görsek de unutulmadı, unutmadık. Sözümüzü de unutmadık. Yiyeceğiz. Hem de çok yakında. Hele bi bekleyin bakalım...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.