Yavuz Sultan Selim Konya'dan geçerken...
Mısır seferi dönüşü şehrin yakınlarında mola verilir. Ancak tam çadırlar kurulup dinlenmeye geçildiğinde bir rüzgâr, hortum, toz, toprak her şey birbirine karışır, çadırlar uçar...Padişah hızla çadırdan çıkıp " Bu ne haldir bre !" Diye bağırınca hışmından çekinenler hazır cevap Kemali efendiye bakar .Genç alim öne çıkar ve :
"Hünkarım malumunuz Konya toprağındayız, buranın taşı toprağı kumu mevlevidir, bunlar böyle semada döner dururlar" cevabını verir.
Kemali haklı olmalı ki Konya ahalisi olarak bizlerin de ayakları nadiren yere basıyor . Etkinliklerin yoğunluğundan mı yoksa Mevlana diyarında bulunmamızdan mı ya da ilim kültür sanat ikliminin gitgide Selçukluya doğru esen rüzgarından mı bilinmez bir süredir kendimi bulutlarla sema ayininde hissediyorum.Kulağımda Yunus'un o tatlı, o kışkırtıcı nağmesi:
Her kim merdâne,
Gelsin meydâne,
Kalmasın câne,
Kimde hüner var!
İstiyorum ki bu raksa herkes iştirak etsin. Kıyıda köşede kimse kalmasın söyleyecek sözü olanlar meydanda konuşsun hiçbir ses kısılmasın. Ya da Mevlana'nın deyimi ile "Ey dilemeyn , ey istemeyen sen de gel ! Gel ki o vefalı sevgiliden bir istek sahibi olasın..."
Çünkü istemek talep etmek herşeyin başı. İnsanoğlunun bu dünyadaki varlık amacı inşa ve ihya olabilir ancak. Biz bu dünayaya evimizi, arabamızı , mobilya takımlarımızı ya da mobil aletlerimizi sürekli yenilemek ve borç ödemek için gelmedik. Burası kesin !
Eğer ne için geldiğimizi bilmiyorsak ya da emin değilsek arayacağız. Arayışımız en büyük hikaymiz olacak. Yapılanları sürekli eleştirip hiçbir şey yapmamak çözüm olmadığı gibi sağlıksız bir ruh hali. Hep birlikte yapıp hep birlikte eleştirmek sonra daha iyisini yapmaya çalışmak zorundayız. Bu insanlığımızın gereği.
Bu yüzden varsa eleştirlerimi ilgililerle beğenilerimi herkesle paylaşmayı tercih ediyorum genellikle. Ama ciddiye alınmayan önerileri burada yazmaktan da kaçınmam.
Madem Konya'dayız madem havada uçuşan kar taneleri gibi sema eder dururuz dedim. Bu haftanın beni umutlandıran, uçuran iki etkinliğinden söz edeyim.
Milletlerarası Tarihi Roman Şöleni'nin üçüncüsü Türkiye Yazarlar Birliği ve Konya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile şehrimizde gerçekleştirldi. Üst düzey bir katılımın gerçekleştiği etkinlik üç gün sürdü. Oldukça istifade ettiğim oturumlar geldiğimiz aşama ve gelecektekiler için ümit vaadediyordu.
Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı Mehmet Doğan ve Genel Başkanımız Hicabi Kırlangıç beyefendinin üç gün boyunca tüm oturumları ve konuşmalarımızı aynı ilgi ve dikkatle dinlemeleri beni mutlu etti.
Zira burada sizinle sık sık paylaştığım gibi dünyanın bir Selçuklu Ruhuna ihtiyacı var tesbitimi sayın başkanlarla da paylaşma tarihi romanda neden Konya'yı yazmayı tercih ettiğimi anlatma fırsatı oldu. Bu önemli etkinliğin üçüncüsünü burada gerçekleştirme kararlarından dolayı tebrik ve teşekkürlermi bir kez daha sunuyorum.
GENÇLİK AŞISI
Tarihi roman yazmanın ya da romanda tarihi motifler kullanmanın olumlu olumsuz konuşulacak daha çok boyutu var. Ama biz devam ediyoruz başladığımız ayine :
Yar yüreğim yar
Gör ki neler var
Bu halk içinde
Bize güler var
Ko gülen gülsün
Hak bizim olsun
Gâfil ne bilsin
Hak'kı sever var
Bu yol uzaktır
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var
Girdik bu yola
Aşk ile bile
Gurbetlik ile
Bizi salar var
Her kim merdâne
Gelsin meydâne
Kalmasın câne
Kimde hüner var
Yunus sen bunda
Meydan isteme
Meydan içinde
Merdâneler var
Bu hafta beni çok mesud eden bir başka etkinlik Konya Atatürk Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmenlerinden Nurdan Pehlivan Hanımefendi'nin güzel daveti ile öğrencilerle buluşmamdı. Nurdan hanım alanı ile ilgili tüm etkinlikleri ve yayınları büyük bir gayret ve özenle takip eden bir öğretmen.
Öğrencileri sorarsanız gözlerindeki zeka pırıltıları gün ışığını bastırıyor. Ahmed Arif'in o güzel : " Kızlarım oğullarım var gelecekte ; Her biri vazgeçilmez bir cihan parçası ! Kaç bin yıllık hasretimin goncası..." dizelerini hatırlatıyor gülüşleri... Ve " Bir umudum sen de !" dedirtiyor kavrayışları ... Ve şiirin devamından "Anlıyor musun ?" sorusundan vazgeçiyorum. Eminim anlıyorlar.
Aslında bir yazarla tanışma sohbeti alan etkinlikte hayatın hemen her alanına dokunan bir diyalog gerçekleştirdik. Biraz da onlara ilk romanım Aşk Güneşe Benzeri anlattım ve hemen okullarının karşında bu günkü S.Ü. Rektörlük binasının bahçesinde Mevlana'nın iş yeri, evi ve bahçesi olan Gevhertaş Medresesinin yer aldığını söyledim. Bir de Aşk Güneşe Benzerin ana mekanı olan o güzel bahçeye davet ettim hepsini. Yaşıtları Baha, Fatıma, Kimya, Gülnihal, İbrahim, Ömer , Alaaddin ve Nikolas 1240 lı yıllarda o avluda neler konuşup ne yapıyorlarmış görmelerinde fayda var.
Gençler harikaydı onları bilmem ama ben bu buluşmadan çok güzel bir muhabbet ve enerji alarak ayrıldım. Böyle bir güzelliğe vesile oldukları ve duyarlıkları için okul müdürü Fehmi Ceylan beyefendi nezdinde tüm idarecileri , tarih ve rehber öğretmenlerini kıymetli arkadaşım Nurdan Hanımı kutluyor ve teşekkür ediyorum.