Birlikte yaşama tecrübesi
İslam dünyasının içinde bulunduğu kaotik durumdan süratle çıkmasının başında, yeni bir din dili geliştirmek gelmektedir. Bunun yolu, “hüküm” merkezli din eğitiminden, “hikmet” merkezli bir dini eğitimine geçmektir. “Hüküm” merkezli dini söylemin özünde “ayrımcılık” ve “dışlamacılık”; “hikmet” merkezli dini söylemin özünde ise, “ötekine tahammül” ve “kapsayıcılık” vardır. Bu açıdan İslam dünyasında bulunan bütün dini eğitim kurumlarının programları yeniden gözden geçirilmelidir. Çünkü “hüküm” merkezli söylemin dili, ayrımcı, incitici, dışlayıcı ve iticidir. “Tekfir fenomeninin” özünde bu söylem vardır. Bunun en açık kanıtlarından birisi, bir uzak bir komşu ülkenin baş müftüsünün “tüm Arap yarımadasında bulunun kiliseleri yıkmak farzdır” şeklindeki fetvasıdır.
Bu noktada Türkiye’nin duruşu “hikmet” merkezli dini söylemden yanadır. Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında bulunan bütün İlahiyat Fakülteleri’mizde ‘hikmet’ merkezli eğitim verilmektedir. İşte bu meyanda, dini azınlıklar ve İslam’ın din özgürlüğüne bakışı konularında açıklamalarda bulunan Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Kutlu Doğum haftası münasebetiyle Danimarka’da yaptığı konuşmasının bir kısmını önemine binaen alıntılamak istiyorum:
“Yüce Kuran’ın belirlediği prensipler ortadadır. Sevgili Peygamberimizin Arabistan Yarımadası’nda bulunan Hıristiyan topluluklarla ve Medine’deki Yahudilerle imzaladığı sözleşmeler tarihin altın sayfalarında varlıklarını sürdürmektedir. Asırlarca İslam başkentlerinde Kudüs’te, İstanbul’da, Şam’da, Bağdat’ta, Endülüs’te Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların birlikte yaşayarak cami, kilise ve havranın varlıklarını birlikte sürdürmüş olması bunun en açık delilidir. Sevgili Peygamberimiz kendisini ziyarete gelen Necranlı Hıristiyanlara, bugün Müslümanlar için Kâbe’den ve Kudüs’ten sonra en mukaddes mekân olan Mescidi Nebevi’yi ibadet etmeleri için birkaç saatliğine tahsis etmiş olması biz Müslümanlara verebileceği en büyük mesaj olmuştur. Hazreti Ömer’in Kudüs’ü fethettikten sonra bir kilise içinde namaz kılmaya davet edildiğinde kendisinden sonra Müslümanların kiliseyi camiye çevirmelerinden endişe duyduğu için namaz kılmamış olması, Yüce İslam’ın başka dinlerin mabetlerine verdiği değerin açık bir göstergesidir. Fatih Sultan Mehmet’in Galata Hıristiyanları ile imzaladığı sözleşme, Bosna Hersek’te yaşayan Hıristiyanlara verdiği ahitname bütün bunlar kaynağını Kuranı Kerim’den, Hazreti Peygamberin sünnetinden ve uygulamalarından almıştır.”
Bu konuşmasında, Suudi Arabistan Baş müftüsü Abdülaziz bin Abdullah’ın “Arap Yarım adasındaki tüm kiliseler yıkılmalıdır” ifadelerini de eleştiren Başkan Görmez, İslam’ın himayesinde varlıklarını sürdüren azınlıkların ve kiliselerin İslam medeniyetinin her Müslüman’a bıraktığı bir emanet olduğunu söyledi. “Bu emanetleri korumak ve muhafaza etmek her Müslüman’ın görevidir” diyen Başkan Görmez, “Avrupa’da bir siyasi lider çok kültürlülük iflas etmiştir dedikçe, biz Müslümanlar yanı başımızdaki bu emanetlere daha çok sahip çıkmalıyız. Batı’da bir caminin duvarına ırkçı yazılar yazıldıkça biz Hıristiyan komşularımıza selamı sabahı daha da artırmalıyız. İslamofobi’ye karşı çıktığımız gibi, antisemitizme ve birilerinin yaftalamak için hortlatmak istediği Hıristiyanafobi’ye de, her türlü yabancı karşıtlığına da karşı olmalıyız” ifadelerini kullandı.
Yeryüzünün herkese yetecek kadar geniş olduğunu, farklı inançları tahkir etmenin özgürlük olarak algılanamayacağını kaydeden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasını şöyle bitirdi:
“Bütün insanlar İslam’ın irfan geleneğine göre aynı özden, aynı mayadan, aynı topraktan yaratılmışlardır. Aynı anneden, aynı babadan dünyaya gelmişiz. Hepimiz Âdem’deniz, Âdem de topraktandır. Toprağın iki özelliliği var biri tevazu, biri bereket. Hepimiz özümüze ve mayamıza dönmeliyiz. Birbirimize karşı cömert ve mütevazı olmalıyız. Birbirimizin haklarına saygı göstermeliyiz. Başka insanların yüce değerlerine hakaret etmek insanı yüceltmez, bilakis küçük düşürür.”