Neler yaşadık, neler gördük, neler okuduk, neler duyduk.
Bugün yazdıklarıma, birçok kişi, hadi canım bu kadar da olmaz ki diyecek. Bu yazılanları gören ve yaşayan olmasa bende aynı tepkiyi gösterirdim.
12 Eylül nedir? Dünyada kaç ülkede böyle bir olay görülmüştür. Ya 28 Şubat, 27 Mayıs, kimin tarihinde bu tür olaylar vardır.
Hep atar tutarız, bizim tarihimiz şöyledir, böyledir, diye. Utanılacak bir satır bile yok deriz.
Ancak kendi çocuklarımızı nasıl yok ettiğimizi hep pas geçeriz, Dersim, Maraş, Sivas, Çorum, Diyarbakır, buralarda neler olmuştur hiç görmeyiz. 28 Şubat’ta çocuklarımızın önü nasıl kesilmiştir. Bu ülkenin evlatları nasıl ezilmiş, insanlar bu ülkeden nasıl nefret ettirilmiştir, Bunları da, hiç tartışmayız.
Yine bizim yakın tarihimizde, bizzat devlet eliyle, “Ölüm mangaları nasıl oluşturulmuştur? Türkiye’nin her karış toprağındaki faili meçhuller, kimin eseridir?. Başörtü mağdurları nerelidir, disiplin suçu işledi deyip insanları ordudan atıp aç bırakanlar” kimlerdir?
Darbeciler nerden gelmişlerdir. darp edilenler, işkence görenler, darbe dönemlerinde dipçikle ölenler, bir sağdan bir soldan diyerek bu vatanın genç fidanlarını yok edenler, kimlerdir?
Rusya’dır. Yok canım ABD’dir…
Asılan başbakan ve bakanlar, hayatın baharında öldürülen gençler, sokaklarda kör kurşunla vurulanlar, mayına basıp ölenler ya da sakat kalanlar, dağa çıkarılan çocuklar, polise taş atmak, devlet malına zarar vermek için yetiştirilenler. Hangi vatanın evlatlarıdır acaba.
Hapiste doğan ve suçsuz yere orada yaşayanlar, çocuk yaşta başlık parası için gelin olanlar, köle pazarında gibi alınıp satılan kadınlar, töredir denilip genç yaşta öldürülenler. At üzerinde kurulan seyyar mahkemelerde bir saatte yargılanan sonrada hükümet meydanında darağacına çekilen İslam alimleri, işkence sonucu tırnakları sökülenler, lağım çukurunda yatırılanlar, yıllardır kayıp evlatlarını arayanlar kimlerdir dersiniz, bu ülkeyi bu duruma kim getirmiştir.
Sakın ABD demeyin bana, sakın Rusya demeyin bana.
Bu günlerde bile olanları anlamakta güçlük çekiyorum. O kadar saçma sapan inanılması imkansız olaylar yaşıyoruz ki, dilimi yutuyor, olamaz, olmamalı bu yüzyılda diyorum.
Nasıl bir medeniyet. Nasıl bir teknoloji ki; sevmeyi unutan suratsız insanlar, doyumsuz gençler meydanları doldurmuş.
Dinmeyen acılar, bitmeyen zulümler, birbirini takip eden cinayetler, Spor olsun diye evlenip sonrada ayrılıp aileyi parçalayanlar, hep manşetlerde. Medya hiç habersiz kalmıyor maşallah.
Siyaset, yargı hiç durulmuyor. Herkes bir şeyler için çalışıyor, herkes birileri için konuşuyor, herkes her şeyi biliyor her şeyde fikir yürütüyor fetvalar veriyor. Herkes her şeyi anlatmak için öğreniyor, yaşamak denilince kimse ortalarda görülmüyor. Herkes sütten çıkmış ak kaşık kötüler hep ötekiler olmuş.
Kısacası insanoğlu çok farklı, çok acımasız, çok bencil. Kısacası çok ama çok kötü olmuş.
Herkes kendi derdine düşmüş. Çevremiz yardım edenler değil, seyreden her şeyi gerekli gereksiz eleştirenlerle dolmuş.
Ateş düştüğü yeri yakıyor zarar görenler bizdense, vah vah. Bizden değilse oh oh sesleri yükseliyor. Acı olayları film seyreder gibi seyredenler çatışmalara çanak tutanlar alkışlayanlar hep meydanda.
Yıllar geçiyor her şey değişiyor bu insan manzarasından tık yok. Kalbi katılaşmış içi sızlamayan “oh olsun hak etti ama” demeyi marifet sayanlar hep çoğalmış.
Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, çocuğuyla delikanlısıyla, boş konuşan insanlar köşeleri tutmuşlar.
Paylaşmak! O da ne? Fazla geleni dağıtmak! O da ne?
Biraz merhametli olabilsek, paylaşmayı öğrenebilsek, birazda hatayı kendimizde arayabilsek. Birkaç dakika gözlerimizi kapatıp gerçek vazifemizi yapabilsek. Ne kadar güzel olurdu değil mi?
Bunları yapmak adil olabilmek önce kendimizle hesaplaşabilmek bu kadar mı zor. Acıların paylaşılınca biteceğini bilmek. Bunun bizi insanca yaşamaya yaklaştıracağını görmek, bu kadar mı zor?
Bizim neyimiz eksik, neden yaralara merhem olmayı değil de, zehir olmayı seçiyoruz. Bir el uzatmanın insanlara sevgi ile yaklaşmanın bizim lügatimizden neden çıkarıldığını görenleri, anlatanları, neden ciddiye almıyoruz? Buna ne engel oluyor acaba?
Bütün bu acıların bir bölümünü bizlerde ya da yakınlarımızdan birileri de yaşamış olabilir, bunlar karşısında en ufak bir acı hissetmiyorsak kalbimizin derinliklerinde bir bağ kuramıyorsak, vallahi bizden bir adam olmaz!
Türkiye Suriye’ye girecek mi? Arap Baharı ne zaman amacına ulaşacak? Buralara yaz ne zaman gelecek? İsrail-İran arasında savaş çıkar mı? Türkiye yeni anayasasına kavuşur mu? Ergenekoncuların ve darbecilerin durumu ne olur? 28 Şubatçıların sadece askeri kolu mu yargılanacak, yoksa baş aktör Süleyman Demirel de bu yargılanmaya davet edilir mi?
Bu yazılanlara bana ne mi demeliyiz, yoksa duyarlı olup, bunları yapanları, bize bugünleri gösterenlere, teşekkür mü etmeliyiz.
İşte buna karar vermenin tam zamanı. Bizim vereceğimiz karar ülkemizin geleceği açısından çok ama çok önemli görünüyor…
***
Konya üniversite sınavlarında bir tane ferdi başarı yakalamış, Türkiye birincisi çıkarmış. Birincilik çıkarsa da istediği başarıyı yine elde edemedi. İlk 10’a giremedi.
Bende Türkiye birincisi olan genci canı gönülden tebrik ediyorum.
Cumartesi akşamı Konya’nın bir TV kanalındaki “Konya Eğitimde neden başarısız” tartışmasını görünce inanın kanım dondu.
Çok sevdiğim, değer verdiğim, alanında başarılı gördüğüm, ancak eğitimin tamamen dışında, televizyon kanalının iki değerli insanı eğitimi tartışıyordu.
Vay dedim, ölmüşüz de ağlayanımız yok.
Bu tartışma programını izledikten sonra, neden başarısız olduğumuzu bende anlamış oldum!