Uzun zamandır, İslâmî hassasiyet taşıyan kişilerin dillerinde bir tutukluk var, hallerinde bir çekiniklik. Etrafımızda gayri İslâmî hal ve hareketler artarken biz, Tabii ki, başını açana Müslüman değil, diyemeyiz, ama yollu konuşmalarla, bir şeyler gevelemeye çalışıyoruz. Peki, başını açana Müslüman değildir demeyelim de, ne diyelim? Hiçbir şey demeyelim mi? Madem başını açan da Müslüman ve madem Müslümanlık böyle de olabilir, o zaman niye başörtüsü mücadelesi yapıyoruz? Biz de açalım, olsun bitsin. Başını açanın durumu en azından, vücudunun bir kısmı, güreşte minderin kenarına çıkan güreşçinin durumu gibi, değil midir? Hani bu işin hakemi? Hayır kardeşim, bu böyle olmaz. Bu şekilde yaptığına güreş denmez. Bu iş, kuralına göre olmalı diyecek kişilerimiz nerede? Bu sözü illâ belli kişilerin mi söylemesi lâzım? Bu sözü söyleyecek kişiler mi aramalı gözlerimiz? Bu amaçla etrafa bakınıp durmalı mıyız? Allah rahmet eylesin, İmam Şâfiye sorarlar: Efendim namaz kılmayana kâfir diyebilir miyiz? İmam: Hayır! der, Namaz kılmayana kâfir diyemeyiz, ama kâfirler namaz kılmaz! Bu nükteyi anlatmalı değil miyiz, insanlara? Şu İslâmdır, bu değil diye söylemek, gerekirse örnekle göstermek, Müslümanlığımızın gerektirdiği bir görevimiz değil mi? Bu konuda, hiç kimseye bir şey söylememek, medeni cesaretimizin olmayışından mıdır? Oysa medenî cesaret demek, bir yönüyle şehirli kibarlığına işaret ederken, bir yönüyle de, bilgi ve görgünün sağladığı güce işaret eder. Medenî cesaret, aynı zamanda, dinden gelen bir soylu duruşa ve imana işaret eder. Bir dostumuz anlatmıştı: İstanbulda, belediye otobüsünde, uygunsuz davranışlarda bulunan kız ve erkek iki gence, otobüste bulunanlardan hiç kimse ses etmezken, belki de şehre o gün gelmiş, doğulu kıyafetli yaşlıca bir amca müdahale eder: Bre deyyus! Bu ne iştir! Sen ne yapıyorsun! Bilir misen burası neresidir? Burası evin değildir! Kerhane de değildir! Burası halkın içidir, otobüstür! der ve yüksek sesle bağırır, Şoför dur!Şoför durur. İhtiyar, ama hakiki delikanlı, sözde delikanlıyı kolundan tuttuğu gibi aşağı atar ve Şimdi yürü şoför! der.Bu sahne olup biterken dostumuz, utancından başını kaldırıp bakamaz ihtiyara. Çünkü o, güçlü kuvvetli iken, böyle bir şeyi yapmamış; dirençle karşılaşsa belki dayak yiyecek kadar yaşlı adam, böyle bir medenî (dînî) cesareti gösterebilmiştir. Hala da hatırladıkça utanç ve pişmanlık duymaktadır, o günkü pısırıklığından. Emr-i bil maruf farzdır dostlarım! Nehy-i anil münker de. Emr-i bil marufu terk edenler topluca zelil olurlar. Allah (cc), böyle toplulukların yüzlerini yere sürter. Allah (cc), emr-i bil maruf, nehy-i anil münkeri terk eden topluluklara rahmetini indirmez. Onları atılmış pamuğun rüzgârda savrulduğu gibi darmadağın eder. Geçmiş kavimlerden, sabahlara kadar ibadet eden, akşama kadar oruç tutan yetmiş bin kişi içlerinde olduğu halde topluca helâk olanları okuyoruz. Sırf emr-i bil marufu terk ettiler diye, o ábidlerin de, kavimleri ile birlikte helâki hak ettiklerini öğreniyoruz metinlerden.Gerçekten, ne oluyor bize? Birine hakkı söylemek çok mu banal geliyor? Peygambere (sav) hiç öyle gelmiyordu ama? Bu nefsimize ağır bir yük mü getiriyor? Peygamberin nefsine de getiriyordu, ama o hiç durmadan hiç yılmadan bunu yapıyordu. Nedir bu topluma karşı ilgisiz duruşumuz, aldırmaz duruşumuz? Bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibi değil miydi? Beyler/Hanımlar iyice bakalım kendimize; bu, Müslümanlık değildir. İslâm bireyin kemalini telkin ve teşvik ederken bireyciliği onaylamaz; bireyin, kendisini topluma karşı sorumsuz hissetmesini, asla, ama asla, tasvip etmez. Toplumun kurtulması için ve topluca kurtulmak için irade ve güç ortaya koymayanlar ferden ferda kurtulamazlar.Tüm Müslümanlar sorumludur, yaşadıkları çağdan, ülkeden, çevreden! Bu sorumluluk öyle bir sorumluluktur ki devredilemez, ertelenemez, üstünkörü yapılamaz.Üstünkörü yapmak? Bir yere oturup insanların ayağına gelmesini beklemek, gelenlere bir şeyler anlatmakla görevi yaptığını düşünmek, üstünkörü yapmaktır, baştan savmaktır. Bir gazete/dergi köşesinde bir şeyler yazmak, böylece görevi yerine getirdiğini düşünmek, üstünkörü yapmaktır; kendini ve başkalarını kandırmaktır.Evet, bunlar mutlaka yapılmalı; ancak, birebir ilişki gibisi, birebir muhataplık gibisi yoktur. Bidayetten bugüne, tebliğin de, emr-i bil marufun da, en iyisi, en İslâmîsi ve en nebevîsi, insanların ayağına gitmekle, insanlara bizzat vakit ayırmakla, insanların tek tek adam yerine koyulması ile yapılanıdır.Dostlar! Bırakın başörtüsünü, artık göbekleri açık geziyor kızlarımız. İffetin fesadı başka şeyin fesadına benzemez. Zincir tutmaz noktaya doğru gidiyoruz. Fındık, kabuğundan çıkmış. Kabuğunu beğenmez olmuş kabilinden yazıları nedeniyle öfkelendiğim Ahmed Hakan Coşkun, nihayet geçenlerde, akıllı bir teklifte bulundu. Bölgemizin yüksek siyasi durumuna ilişkin derin tahliller yapan İslâmcı yazarlarımızı biraz da şu göbeği açık kızlarımızın durumları ile ilgilenmeye çağırdı. Gerçekten üzerinde durulmalı, düşünülmeli! Camilerde bile iffet ve hicap anlatılmaz oldu, bu ne felâkettir!Tebliğ heyetleri mi oluşturacağız, ikaz grupları mı; ne yapacaksak acilen ve birçok koldan bu işe el atmalıyız. Namus bekçiliğine mi soyunalım? Evet, namus bekçiliğine soyunalım! Çünkü tarumar olan bizim çocuklarımız, bizim kardeşlerimiz; pâymal olan bizim ırzımız. Hangimiz anamızla zina yapılmasını ister, hangimiz kızımızla, bacımızla, eşimizle? Peygamber (sav) de kendisinden, bu hususta şerre müsaade isteyen gence bu örneği vermiyor mu?Gerçi, Konya uluları, konjonktür hazretlerinin de peygambere pek itibar etmediği düşüncesindeler zahir ki, Konyaya Lâle Devri yaşatmayı seçtiler bu yıl, ama biz yine de ikazımızı yapalım. Ola ki, beraberce aklımızı başımıza devşiririz.