Brüksel, Budapeşte ve Viyana Gezi Notları -2-
Brüksel’de Brüksel lahanası yiyemedik!
Türk medyasının Brüksel temsilcileriyle öğlen yemeğinde buluştuğumuzu yazmıştım dün. Yemekte çiğ somon balığı ve ızgara et olduğunu, arkadaşların çoğunun pişmemiş balığı yemediğini belirtmeliyim. Oysa benim çok hoşuma gitti, kalın pastırma şeklinde kesilmiş ve terbiye edilmiş bu soğuk yemek olağanüstü lezzetliydi. Brüksel lahanasının ise Brüksel’le bir alakasının olmadığını öğrendik. Dahası Brüksel’de bir kez olsun Brüksel lahanası görüp yeme imkanı bulamadığımızı bilmenizi isterim…
Yemek esnasında özellikle NTV Brüksel Temsilcisi Güldener Sonumut ile Zaman Brüksel Temsilcisi Selçuk Gültaşlı yıllardır bulundukları Brüksel’in Türkiye’ye bakış açısını anlattılar ve sorularımıza içtenlikle cevaplar verdiler. Konuşulanlar kısaca, hem Avrupa Birliği’nin hem de Türkiye’nin üyelik hususunda samimi olmadığı, AB üyelerinin ekonomik açıdan zor durumda olduğu ve artık dünyanın değiştiği şeklindeydi. AB ile Türkiye’nin kimyasının uyuşmadığı da iki taraf içinde bilinen, ama itiraf edilmeyen bir başka husus olarak konuşuldu. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’den nefret ettiği de belirtildi.
Brüksel’de yaşayan gazeteci Yusuf Cinal ise bize Belçika’daki Türkler hakkında bilgi verdi. 200 bin Türk’ün yaşadığı Belçika’da, 3 federal milletvekili, 6 bölge milletvekili, 12 belediye başkan yardımcısı, 74 belediye meclis üyesi ve 3 il genel meclis üyesinin Türkler’den oluştuğunu anlatan Cinal, oldukça etkin görevlere seçilen bu Türkler’in her birisinin kendisini çok iyi yetiştirmiş olmasına da vurgu yaptı. Cinal ayrıca 5 bin civarında Türk’ün de iş adamı olarak ciddi mesafeler aldığını belirterek, eskiden Brüksel’de 10 bin Çin lokantası olduğunu, ama Türkler’in bu lokantaların çoğunu alarak Türk lokantası haline getirdiğini ve restaurant ve tekstilde Türkler’in çok iyi olduğunun altını çizdi.
Brüksel’de yaşayan Türk gazetecilerle yeniden görüşmek üzere vedalaştıktan sonra Avrupa Parlamentosu’nu keşfe çıktık. AP Basın sorumlusu Michel Plumley, parlamento içinde görmemiz gereken alanları gezdirdi. TV ekranlarından görmeye alışık olduğumuz oturumların yapıldığı büyük salonda hatıra fotoğrafları çekerken, belki bir gün buraya Türkiye’yi temsilen gelebileceğimizi söyledik Michel Plumley’e. Ardından AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten'le buluştuk. Bizim için hazırlanan salonda danışmanlarıyla birlikte karşımıza çıkan Ruijten, Türkiye’ye karşı olumsuz tavırlarını burada da sürdürdü. Başbakan Erdoğan’ın yazdıkları rapora verdiği tepkiyi sorduğumuzda çok karmaşık cevaplar verdi. Hürriyet muhabirinin, AP’nin Türkiye Raporu’ndaki gazetecilerin tutuklanmasının eleştirilmesine sevindiğini belirttikten sonra ‘niye geç kalındı?’ şeklindeki sorusu heyetimizi ikiye böldü. Cihan Haber Ajansı’nı temsilen gelen arkadaş da gazetecilerin tutuklanması diye bişey olmadığını, suç işleyenlerin tutuklandığını, kişilerin mesleklerine özel vurgu yapmanın suçu ortadan kaldırmadığını anlatması havayı buz gibi yaptı. Türkiye Raportörü, hangimize nasıl bir cevap vereceğini şaşırdı ilkin, ama nihayet bildiğini okudu ve bize ayırdığı zamanın dolduğunu belirterek aramızdan ayrıldı.
AB-Türkiye ilişkileri üzerinde çalışan uzmanlarla toplantılarımız devam etti. Bu toplantılardan aldığımız intiba, AB’nin bir devlet olmadığı, ama bir devletten daha fazlası olduğu idi. Dikkatimizi çeken bir husus, AB organlarında çalışan gerek parlamenter gerekse uzmanların yakın gelecekte Türkiye’nin AB’ye katılacağına dair en küçük bir ihtimal vermiyor olmalarıydı. Bu öngörü veya önyargı konuşmalarına da yansıyor, biz Türk gazetecilerin duygusal sorularına olabildiğine donuk, duygusallıktan öte soğuk cevaplar veriyorlardı. Bir süre sonra soru sorma iştiyakı kaçtı çoğumuzda. Çünkü ne sorarsak soralım, aşağı yukarı aynı cevabı alıyorduk…
Akşam yemeğinde ise Türkiye'nin AB Daimi Temsilciliğinden Basın Ataşesi Engin Arıkan, Müsteşar Mesut Koç ve Müsteşar Korhan Küngerü ile birlikteydik. Genç diplomatlarımızın kendilerini iyi yetiştirdikleri belliydi, ancak benim yanımda oturan ve dünyaya bakış açılarımız arasında fersah fersah fark olan bürokratımızın gelecekte Türkiye’yi nerelerde temsil edeceğini özellikle izleyeceğimi belirtmeliyim. Komplo teorilerine alışık olan Türk milleti gibi değil, batılı kaynakların sunduğu gibi algılıyordu her şeyi bu müsteşarımız. Bu arada lokantada çalışan Afyon Emirgazili garson arkadaş da oldukça iyi hizmet verdi bize. Meğer Brüksel ve Belçika’nın diğer bazı şehirlerindeki Türkler’in neredeyse yüzde 70’i Afyon Emirdağlı imiş. Bu da ayrı bir ilginçlik olarak yazı notlarımıza girdi…
Avrupa Birliğin Geçmişi
II. Dünya Savaşı sonrası oluşan siyasi hava Batı Avrupa'da birlik ve beraberlik rüzgârları estirmeye başladı. Bu da pek çok kişi tarafından, Avrupa'ya büyük zararlar veren aşırı milliyetçilik düşüncelerinden bir kaçış yolu olarak görülüyordu. Bu düşüncelerle birlikte 1951 yılında, ilk başarıya ulaşan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu önerisi geldi. Bu oluşumun temel amacı, başta Fransa ve Batı Almanya olmak üzere üyeleri arasında kömür ve çelik endüstrilerinin yönetimini bir araya getirmekti. Bunun yapılış nedeni, dönemin en önemli sanayi hammaddeleri olan kömür ve çelikten doğabilecek herhangi bir uyuşmazlığın önlenmesi ve buna bağlı olarak iki ülke arasındaki olası bir savaşın engellenmesidir. Bu iş birliğinin kurucuları yaptıklarını "Avrupa ittifakında ilk adım" olarak nitelediler. Topluluğun diğer kurucu üyeleri İtalya ve Benelüks ülkeleri: Belçika, Hollanda, Lüksemburg idi.
1957 Roma Antlaşması, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu yaratmıştır.1973 yılında Avrupa Toplulukları Danimarka, İrlanda ve Birleşik Krallık'ı (İngiltere) da içine alarak genişleme yoluna gitti. Bu ülkelerde katılım öncesi yapılan görüşmeler sırasında Norveç ile de masaya oturuldu ancak ülkede düzenlenen halkoylaması sonucu katılım isteği reddedilince Norveç topluluğun dışında kaldı.
Avrupa Parlamentosu'nun üyeleri arasında ilk demokratik, doğrudan seçimler 1979 yılında gerçekleştirildi. Bunlar, Avrupalılara Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri'ni seçmeleri konusunda olanak sağlayan ve ayrıca uluslararası düzeyde yapılan ilk seçimlerdi.
Yunanistan, İspanya ve Portekiz topluluğa 1980'li yıllarda katıldılar. 1985'te imzalanan Schengen Antlaşması, üye devletlerin pek çoğu arasında sınırda pasaport kontrolü olmaksızın yolculuk edebilme olanağını sağladı. 1986'da Avrupa bayrağı kullanılmaya başlandı ve liderler Avrupa Tek Senedi'ni imzaladılar. Bununla birlikte topluluğun karar alma mekanizmasının genişlemesi, ticari işlemlerde engel ve formalitelerin azaltılması ve daha ileri bir Avrupa Politik İş Birliği kurumu oluşturulması sağlandı.
Alçak ülkeler
Kimi yerleri deniz seviyesinin altında ve pek çok bataklığın bulunduğu bölgeye tarih boyunca alçak bölge denmiş. Brüksel kelimesinin manası da bunu teyit etmekte. Günümüzde özellikle Hollanda’nın deniz üzerine kurulduğunu bilmeyen yoktur. Belçika da Hollanda kadar olmasa da aynı coğrafi bölgede ve yüzyıllar boyunca Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tek devlet olarak bulunmuşlar…
Kuzeybatıda Atlas Okyanusu'na kıyısı bulunan Belçika, Fransa (620 km), Almanya (167 km), Lüksemburg (148 km) ve Hollanda ile (450 km) komşudur. Bugünkü modern Belçika'nın büyük bölümünü içeren Güney Hollanda, ard arda Habsburg İspanyası ve Habsburg Avusturyası tarafından idare edildi ve 17. ve 18. yüzyıllar boyunca çoğu Fransa-İspanya ve Fransa-Avusturya savaşına ev sahipliği yaptı. Fransız Devrimi Savaşları'ndaki mücadeleyi takiben, Alçak Ülkeler (Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) I. Fransız Cumhuriyeti tarafından bölgedeki Avusturya egemenliği kırılarak ilhak edildi. 1815'te I. Fransa İmparatorluğu'nun dağılmasıyla, Alçak Ülkeler, Birleşik Hollanda Krallığı adı altında birleşti. 1830 Belçika Devrimi, Katolik ve tarafsız Belçika'nın Geçici Hükümet ve Ulusal Kongre altında bağımsızlığını ilan etmesine yol açtı.
19.yüzyılda ülkeyi yöneten ve yönlendiren yüksek sınıfın içinde olabilmek için Fransızca konuşabilmek gerekliydi, Felemenkçe konuşanlar alt sınıf vatandaşlardı. Yüzyılın sonunda ve devamı 20. yüzyıla doğru Flaman hareketi bu duruma karşılık olarak gelişti. Valonlar ve Brüksellilerin çoğunluğu Fransızca'yı birinci dilleri olarak benimsemesine rağmen Flamanlar bunu reddetti ve Felemenkçenin Flamanların resmi dili olmasında başarılı oldular. II. Dünya Savaşı'nı takiben Belçika siyasetinde giderek artan şekilde iki ana dile bağlı özerkleşmeden yana bir eğilim baskın hale geldi. Toplumsal gerginlik arttı ve anayasa çatışma potansiyelini en aza indirmek için değiştirildi. Temel olarak 1962-63 yıllarında tanımlanan 4 dil alanı (Felemenkçe, Fransızca, iki dilli (Felemenkçe, Fransızca), ve Almanca alanları) ve 1970, 1980, 1988 ile 1993'teki Belçika anayasasındaki ardışık revizyonlar 3 düzeyde politik güce ayrılmış tek bir federal devlet kurdu:
Brüksel merkezli Belçika Federal Yönetimi:
Flaman topluluğu
Fransız topluluğu
Alman topluluğu
Üç bölge:
Beş ile ayrılan Flaman Bölgesi
Beş ile ayrılan Valon Bölgesi
Brüksel Başkent Bölgesi
Anayasal dil alanları bölgelerinde resmi dilleri belirler. Bu 7 parlamento ve hükümet için 1980'de topluluklar ve bölgeler yaratıldığı zaman olanak sağlasa da Flaman politikacılar ikisini birleştirmeye karar verdi. Yani Flamanlar federal ve özel belediyesel sorunlar hariç tüm konularda yetkili olan tek bir parlamento ve yönetimde birleşmiştir.