Bu bir masal besbelli:
Evvel Zaman İçinde…
Deve kervanı uzak diyarlardan konağın avlusuna girdiğinde konak sahibi büyük titizlikle önce kervan taşıyıcıların karınlarının doyurulmasını emretti telaşla koşuşturan hane efradına. Meraklı kalabalığa, yoldan getirilenlerden özel olarak ayrılan hediyeler dağıtıldı.
Gizli gururlu bir gülümsemeyle sürmeli gözlü güzel hanımına her şeyin yolunda gittiğinin işaretini verirken, en yakınındaki müşavirinin kıskanç bakışlarıyla onları izlediğinin farkında değildi konağın sahibi.
Bu paylaştıkları sessiz iletişim ne derin bir anlayışla birbirlerini kucakladıklarını ne güzel ifade ediyordu. Bu keyifli anların uzun sürmeyeceğini ikisi de biliyordu oysa. Yakında etekleri karlarla kaplı bir dağın yamaçlarında aldıkları asırlık çınar ağaçlı bir bahçeye taşınacaklardı. Yaptırdıkları konak tamamlanmak üzereydi. Duyduklarına göre bir şairin ailesiydi bahçeyi elden çıkarmak zorunda kalan. Hayat ne garip oyunlar oynuyordu.
Konak sahibini, azametli görünüşünün ardından içten içe kemiren o sinsi düşman günden güne eritiyordu. Siyah sürmeli gözler her gün biraz daha kederle bu sevgi olmadan nasıl dayanabileceğini düşünmek dahi istemeden, kol kanat gererek sarmalıyordu bu koca bedeni. Osmanlı terbiyesiyle yetiştirdikleri, ve hanımın naif kırılganlığından yapamadığı sorumlulukları doğal olarak kabullenmiş, evin her köşesinde pire gibi çalışan hizmetçileri peşlerinden koşturan iki kızları vardı. Azameti doğal olarak kabullenmişti çocuklar, gücü ve paylaşmayı olağan bilmiş, etraflarındaki onca varlığın gerçek sahipleri olmadıklarının farkına varmışlardı sanki. Ancak ailenin birbirlerine düşkünlükleri bahçedeki konağı yapan ustanın da gözünden kaçmamıştı. Nazar diyordu bu koca çınar gibi beyi içten içe kemiren…
Bir de şiir yazmıştı gönüller dağlayan.
Bu dünyada gönülden paylaşılan sevgiler kısa zamanlara sıkıştırılıyordu.
Ancak bir o kadar derinlerde bir yerde iz bırakacak, hatırlandığında burukça gülümsetecek ve hatırası unutulmayacak kadar yoğun yaşanıyordu.
Rüzgarların koca çınarın dallarını sağa sola dövdüğü, yağmurun sicim gibi yağdığı bir gün, küp küp altınlar, hanlar hamamlar, yalılar ve odalar dolusu eşyalarla dolu hayatında, Konağın sahibi en çok siyah sürmeli gözlü, zarif eşine doyamadan ve arkada iki yavruyu çaresiz bırakmanın tasasıyla veda etti bu dünyaya. Varlığa yürüdüğünde kızlarının yaşları henüz 6 ile 11’di. Babalarından ayrılmanın kederiyle paramparça olmuştu hayatları ve onlar da zarif anneleriyle koca çınar gibi dövünüp, sicim gibi göz yaşları dökerek, sevgilerini bir tomurcuk halinde diktiler yüreklerine…
Hasretlik çekmenin, yetim kalmanın, gözyaşı dökmenin asıl sevgiye kavuşmada bir yol olduğunu öğretecekti hayat onlara.
Dinlerken hikayeyi, kafasından geçenleri zihninin bir yanından diğerine geçirdi, hazır olunca söyleyecekti:
Bir yere gitmeyi tasarlayan, bir yolculuğa çıkmaya niyetlenen herkes, oraya varırsam işler
başarırım; birçok işlerim kolaylaşır, halim düzene girer, dostlar sevinirler, düşmanları yenerim diye akıllıca düşüncelere dalar; gönlüne gelenler bunlardır; Tanrının dileğiyse büsbütün başka bir şeydir. İnsan bunca tedbirlerde bulunur, bunca kuruntular kurar, düşüncelere dalar; bir tanesi olsun, kendi dileğince olmaz; bununla beraber gene de kendi tedbirine dayanır, dilediğini başaracağını sanır.
Kul tedbirde bulunur; takdîri bilmez;
Tanrı takdîri gelip-çattı mı, tedbir yok olur-gider.
Bu, şuna benzer: Birisi rüyâda bir şehirde garip kaldığını, orda bir tek bildiği olmadığını, başıboş dolaşıp durduğunu görür. Ne kimse onu tanır, ne o kimseyi. Pişman olur adam; tasalara dalar, hasretlere düşer de ne diye bu şehre geldim, bir tek dostum yok demeye, elini eline vurmaya, dudağını ısırmaya koyulur. Derken uyanır; bir de bakar ki ne şehir var, ne halk. Anlar-bilir ki o tasalanma, o eseflenme, o hasret, faydasızmış; o hale pişman olur, yiten zamana acır. Fakat bir kere daha uykuya dalınca rasgele kendini gene öyle bir şehirde görür, gene gamlanmaya, hasret çekmeye koyulur, pişman olur o şehre geldiğine; hiç düşünmez, hiç aklına gelmez de demez ki ben uyanıkken gam yediğime pişman olmuştum, bu bir rüyâydı, faydası bile yoktu; şimdi de öyle işte. Tıpkı bunun gibi halk da kuruntusunun, tedbirinin asılsız olduğunu, boşa çıktığını, hiçbir işi dileğince yürümediğini yüz binlerce kez görmüştür. Fakat Ulu Tanrı, onlara bir unutmadır verir; hepsini unuturlar da kendi dileklerine uyarlar. "Gerçekten de Allah insanla insanın gönlü arasında bir engel olur."(Fih-i Mafih.Hz Mevlana).
www.pozitifdegisim.com