Kendilerini bu ülkenin asıl sahipleri olarak görüyorlar.
Kendilerinden başka kimsenin iktidar olmasını, söz ve karar sahibi olmasını istemiyorlar, hazmedemiyorlar.
Bir siyasi parti, kendilerine rağmen halkın oyuyla iktidara gelmiş ve birkaç seçimde üst üste iktidarını sürdürme başarısını göstermişse ve de o partiyi seçimle deviremiyorlarsa mutlaka seçim dışı bir yolla iktidardan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyorlar.
1960’da 10 yıldır tek başına iktidar olan DP’yi seçimle deviremeyince askeri darbe yaparak yönetimi tekrar ele geçiren ve Başbakan Menderes ile iki bakanı ipe gönderenler bu tuzu kuru güçlerdir.
1970’ lerde MSP koalisyon hükümetlerinde olmasına rağmen etkili ve alınan kararlarda en büyük söz sahibi olduğu için buna bile tahammül edemeyip, daha fazla büyümeden önleyelim düşüncesiyle 1980 darbesini yapan, Erbakan’ı idamla yargılayan ve uzun süre siyasetten men edenler, ülkenin kaymağını yiyen bu karanlık güçlerdir.
1990’larda siyasi yasağı kalktıktan sonra yeniden atağa geçen ve halkın oyuyla iktidara yürüyerek Başbakanlık koltuğuna oturan Erbakan’a karşı -tek başına iktidar olmamasına rağmen- 28 Şubat post modern darbesini gerçekleştiren ve onu tamamen siyaset dışına itenler bu komprador sermaye sınıfı güçlerdir.
28 Şubat darbesinden sonra iktidara getirdikleri uydu hükümetler başarılı olamayınca ömürleri fazla uzun sürmedi ve 2002’den itibaren bu defa Ak Parti başlarına bela oldu.
11 yıldır tek başına iktidar olan ve bırakın zayıflamayı her seçimden oyunu arttırarak çıkan AK Parti’yi seçimle iktidardan indirmek hayal olunca bu güçler yine devreye girdi ve seçim dışı, yasa dışı, hukuk dışı oyunlara başvurarak bir yerlerden düğmeye bastılar ve bu defa güya halk ayaklanması yolu ile hükümeti devirme tezgâhı kurdular.
Gezi Parkı’ndan başka yere nakledilen 12 ağacı bahane ederek bütün ülke çapında eylemler yapan, ortalığı savaş alanına çeviren, çevrecilik adı altında çevreyi yakıp yıkan, devlete ve şahıslara ait binalara ve araçlara büyük zararlar veren gruplar, bilerek veya bilmeyerek aslında o karanlık güç merkezlerinin maşası oldular, oyuncağı oldular.
Tam 20 gün boyunca Taksim’i ve Gezi Parkı’nı işgal eden, bununla da kalmayarak sadece İstanbul’da değil, Ankara’da, İzmir’de ve diğer büyük şehirlerde kanunsuz eylemlere ve saldırılara kalkışan, polisle çatışmaya giren, ortalığı kasıp kavuran güçlerin tek amacı ülkede büyük huzursuzlara sebebiyet vermek, ekonomiye büyük zararlar vermek ve bu yolla, ellerinden kaçırdıkları yönetimi tekrar ele geçirmekti.
Lamı cimi yok, bu eylemler şöyle böyle falan değil, halkın oyuyla iktidarda bulunan siyasi partiyi iktidardan uzaklaştırmak amacıyla yapılmış tam bir ayaklanma girişimi idi ve arkasındaki güçler, 1960’daki, 1980’deki ve 28 Şubat 1997’deki karanlık güçlerdi.
Ama bu defa istedikleri sonuca ulaşamadılar, arzu ettikleri neticeyi alamadılar.
Daha önce, 28 Şubat benzeri post modern bir darbe girişimini 27 Nisan 2007’de e-muhtıra ile denediler. Karşılarında bu defa hükümet ortağından milletvekili transfer edecek bir koalisyon hükümeti değil, halkın yarısının oyunu almış kaya gibi sağlam tek başına bir iktidar gücü gördüler, başaramadılar.
Şimdi de böyle bir yöntem denediler ama 28 Şubat dönemindeki askeri güç, sermaye ve medya gücü ile beşli çete, yargı gücü yoktu bu defa yanlarında… Tanklar sokaklarda yürümedi, MGK devreye girmedi. Dış güçlerden büyük destek almışlarsa da, halkın gücü bütün oyunları bozdu.
Halk seçip gönderdiği Başbakanına ve Hükümetine sahip çıktı bu defa, daha önceki oyunlara gelmedi ve böylece ayaklanma girişimi sonuçsuz kaldı.
Peki bu karanlık güç odakları duracak mı? Oyunlarından, planlarından vazgeçecek mi? Elbette hayır. Hiçbir zaman vazgeçmeyecekler, hiçbir zaman durmayacaklar. Sürekli yeni oyunlar, yeni planlar içinde olacaklardır.
Biz kardeşliğimizi bozmazsak, halkın iradesine göz dikenlere fırsat vermezsek, kutuplaşma ile değil birlik, beraberlik, kaynaşma ve dayanışma içinde hareket edersek, oynanmak istenen oyunları görür tavrımızı ona göre belirlersek, meselelerimizi kinle, öfkeyle değil kardeşlik ölçüleri içinde çözmeye çalışırsak, tarihimize, kültürümüze ve ahlâkımıza sahip çıkarsak ne yaparlarsa yapsınlar asla başaramayacaklardır.
Unutmayalım ki, iyilerle kötülerin, doğrularla yanlışların mücadelesi bitmeyecek, kıyamete kadar sürüp gidecektir. Bizim görevimiz de iyilerin ve doğruların safında yer almaktır. Mutlu yarınlar efendim.