Memleket Söyleşileri'nin bu haftaki konuğu Konya'nın değerlerinden, iş adamı ve münevver kimliği ile bizi hep etkileyen Sayın Mustafa Kabakçı. Kendisiyle hem Konya sanayisini, hem Medikal 2000'i, hem de insan ilişkilerimizi konuştuk. Doğrusu bu söyleşiyi yaparken biz büyük keyif aldık ve sizin de keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Konya için herkesin bir şeyler yapması gerekiyor, ana teması ile yarınları oluşturma gayreti olarak algılanması gereken çalışmaları ve fikirleri zevkle okumanız dileğimizle
Hamdi Bağcı
-Türkiye ve Konya hakkında biraz konuşabilir miyiz? Sanayide toplumda bazı problemler yaşanıyor, nedenleri ve çözümü konusunda neler söyleyebilirsiniz?
-Türkiye'de nerede ne var hiç kimse bilmiyor. Türkiye'de hızlı bir şekilde bir envanter çıkarılmalıdır. Türkiye neye ihtiyacının olduğunu bilmiyor, böyle bir araştırma ile nerede ne ihtiyaç var, bunların bir çıkarılması gerekiyor. Bir zamanlar herkes un fabrikası yapmaya başladı. Hatta öyle noktaya geldi ki; Türkiye'nin un fabrika sayısı dünyanın un ihtiyacını karşılayabilecek düzeydeydi. Zaten belirli bir sermayeniz var ve bunu da götürüp hiç ihtiyaç olmayan bir alana yatırıyorsunuz. Bir zamanlar Konya'da bir sürü bisküvi fabrikası kurulması da buna bir örnek. Hâlbuki ihtiyacı belirlersiniz ve buna göre yatırım yaparsınız. Bir de devletle vatandaş arasında, vatandaşla vatandaş arasında şu güven meselesinin çözülmesi gerekiyor. Buna birilerinin başlaması lazım, bir yerlerden başlamamız lazım. Birilerimizin saflığı tercih etmesi lazım, şu anda Türk toplumunda kimse saf olmaya razı değil. Herkes son derece kurnaz, herkes son derece dikkatli, böyle bir ülkede huzur da bulamazsınız, başarılı da olamazsınız. Bizler ilişkilerimizde dolandırılsak dahi, bize yanlış yapılsa dahi, bu insanlara güvenmeyi prensip haline getirmeliyiz. Ben elli bir yaşında bir insanım ve insanlara güvenmeyi prensip haline getirdim, benimle karşılaşan sahtekâr sayısı beşi bulmadı. Muhacir pazarına gidiyorum; baştan başlıyorum bana şu lazım, şu lazım baştan paraları dağıtıyorum ve daha sonra da emanetlerimi topluyorum ve pazardan çıkıyorum. Tabi karşılaştığım ters birisi oldu mu? Oldu, ama sadece bir tane oldu. Bir pazar esnafı şeftali aldığımda bana kötü ürün vermiş, ben sonra vardım o şeftalileri o insana teslim ettim. O adam çok fazla mahcup oldu ve beni gördüğünde hep başını eğer. Bu güven meselesini bir şekilde geliştirmemiz gerekiyor. Camilere gidersiniz hocalar safları sık tutun der, aslında safları sıkı sıkı tutun kimse kaçmasın der gibi gelir bana, bu saflara ihtiyacımız var bizim. Peki niye; Yahya Kemal'e soruyorlar, "atalarımız Viyana kapılarına kadar nasıl gitti?" diye. O da, pilav yiyerek ve mesnevi okuyarak, diye yanıt veriyor. Bu kadar sade ve bu kadar saf, tabi saflıktan kasıt kesinlikle ahmaklık ve aptallık değil, bunlar ayrı şeyler. Saflık insanlara samimiyetle inanma, bizim en büyük sorunlarımızdan birisi bu.
Konyalı birbirini sevmeli, birbirisine iltifat etmeli. Biz tenkidi seven bir milletiz, tenkit olumlu olduğu zaman bir işe yarar. Ben kel olduğumu bilmeyecek kadar aptal değilim, kalkıp birsi Mustafa abi bu saç tipi sana ne kadar yakışmış, dese bu vergiye tabi değil, herhangi bir maliyeti de yok ama karşısındakini onurlandırır, bunu söylemenin ne kusuru var. Birilerinde eksik bir şeyler görmek yerine iltifat etmek ve insana güzel şeyler söylemek. Şöyle bir örnek verelim; Konyalı birisi bir yere gidiyor ve efendim ben çok iyiyim, ben fevkalade bir insanım, ama diyor, falanca Konyalı çok kötü bir insandır, dolandırıcıdır, şöyledir, böyledir, diyor.
Düşünebiliyor musunuz? Bir aileye bir kız istemeye gidiyorsun ve kızın babası, anne dışarı çıkınca diyor ki, ben çok iyi bir insanım kızım çok iyi bir insan ama annesi çok kötü bir insan, sonra babası dışarı çıkınca da, annesi ben ve kızım çok iyi insanlarız ama babası çok kötü bir insan diyor. Böyle bir ailenin kızı evde kalır. Konya'nın evde kalmaması için Konyalıların birbirisini övmeyi bilmesi gerekiyor. Bence Konya samimi olarak bunu yapmalı. Ben çok geziyorum ve şuna inanıyorum ki Konyalı olmak bir şereftir. Biz İstanbul'da bir firmayla ticaret yapıyorduk, görüşürken muhatabımız beyefendinin babası yanımıza geldi, bizim bir, oğlu bizi, baba bak bu insanlar Konyalı diye tanıttı. O şahıs o kadar memnun oldu ki anlatamam. Bize yıllarca çalıştığı Konyalıları anlattı. Kamyon şoförleri varmış, o kadar güvenilir insanlardı ki diye iştiyakla bahsetti. Hiçbir zaman Konyalılarla ticaret yaparken herhangi yanlış bir durumla karşılaşmadım, hep ticaret yaptığımız insanlarla dost olduk, diye sevgisini ifade etti. Yahu bundan daha güzel bir resim olur mu? Bu resmi yapmak için ne yapmak lazım? Bir Konyalı bir başka yere gittiği zaman iyi kanaatlerini bildirmesi lazım. Bu Konyalı bir adam kötü bir şey yaptığı zaman onu saklayalım anlamına da gelmez, yanlışı yapan kardeşimiz bile olsa onun karşısında direnmeli ve doğruyu söylemeliyiz, ama birbirimize iltifat etmemizin de hiçbir mahzuru yok ki ve Konyalılar'ın da buna ihtiyacı var.
Ben bu bayramda insanlara; "Ey Asalet geri dön" diye yazarak hazırladığım tebrikleri gönderdim. Burada asalet tabi soyla ilgili bir şey değil. Zaten aslında bir asalet istiyorsak bizim bir peygamberin soyundan olmamız asalet için yeterli değil mi? Hepimiz, Hz. Âdem'in evlatları değil miyiz? Bu asalet bizim hepimize yeter. Tabi benim kastım soyla ilgili değil, davranışta bir asalete ihtiyacımız var. Bir gün bir köyden bir insan geldi, Konya'ya çocuğunu okutmak için gelmiş ve bir tanıdık benim ismimi vermiş buraya geldiler. Ayaklarında lastik ayakkabılar vardı. Ben de dedim ki "siz çocuğu bırakın biz ilgilenelim, siz burada fazla uğraşmayın köye dönün." Adam bana çocukların masrafını sordu, ben de "siz masrafa karışmayın" dedim. O adam bana, "Mustafa bey, ben çocuğumu başkasının parasıyla okutmam", dedi. Şu anda bileğinde künye, elinde cep telefonuyla burs arayan veliler görüyorum, işte aradaki fark asaleti oluşturan şeydir ve tabi başkasının hakkını gasp etmektir, aynı zamanda bu. İşte yokluğa rağmen ayakta durabilen asalete diyoruz ki; ey asalet geri dön
İnsanın mayası, çok güçlü gördüğü insanların karşısında dik durabiliyorsa, işte o zaman ortaya çıkar ve kendinden aşağıdakilere tevazu gösterebiliyorsa, adam adamdır.
Bir insanın adam olabilmesi için bence hanımından, akrabalarından, arkadaşlarından ve kendisine tabi olan insanlardan geçer not alması gerekiyor. Bunu nereden çıkarıyoruz, çünkü Peygamberimize önce bu dört kişi inanmış.
-Biz sizin yanınıza gelirken görkemli sanayi tesislerinin yanından geçtik. Ama genel konuşmalarda Konya hiçbir zaman bu ölçekte büyük tesislere sahip değilmiş gibi konuşuluyor, Konya'dakiler, bizler neyi eksik yapıyoruz da yapılanları anlatamıyoruz?
-Efendim bu imajla ilgili. İmajı tarif edenler diyorlar ki; sizin kendinizi nasıl ifade ettiğiniz önemli değil, sizin dışarıdan nasıl görüldüğünüz önemlidir. Sizi dışarıya iyi gösterecek şeyin adı imaj. Konya birçok yerde güvenilir bir şehir ama gerçek büyüklüğü ile görülüyor mu? Hayır. Bunu yakinen bilenler Konya'yı görünür hale getirmelidir. Bu konuyla ilgili bir organize olmak gerekiyor. Sivil toplum kuruluşları, mahalli idareler hep beraber oturup bir yol haritası çizmelidir. Bu şehri bir marka haline getirmek lazım, nasıl marka haline getirilir diye Sanayi Odası'nda, Ticaret Odası'nda düşündük. Bir kurum oluşturalım beraberce, dedik; Konya'da üretilen mallara şehrin markasını vuralım. Bir adam bir malı alırken orada Konya markasını görmelidir. O markayı gördüğü zamanda bilmelidir ki bu malın arkasında Konya var. Bir eksik hata görürse de bir merci oluşturulur ve şikâyetçi şahıslar başvurabilir. Eksik üretim yapan firmaya da, arkadaş bak sen bunu üretemiyorsun, senin üretimini durduruyoruz, deme yetkisinin olması lazım. Bir marka şehir olma yolunda bu tür çalışmalar yapılsın, dedik. Bununla ilgili epey proje geliştirilebilir. Bunun için insanların şahsi kaygılarından, çatışan menfaatlerden, vazgeçmesi gerekiyor. Ne kadar ömrümüz var hiçbirimiz bilemiyoruz. Bu dünyada yaşadığımız sürece böyle bir yol haritasını çizmeliyiz. Konya'nın böyle bir yol haritasına ihtiyacı var.
-Konya'daki para sahiplerinin kendi şehirlerine güvenmediklerine dair bir izlenimim var, sanki Konya'daki marka sahipleri, para sahipleri, bu şehre pek güvenmiyor, pek bu şehri sevmiyor gibi
-Ben böyle düşünmüyorum, para sahipleri Konya'yı seviyorlar ama şöyle bir şey var: normalde her balık bulunduğu havuz kadar büyüktür, bulunduğu havuzdan daha büyük balık olmaz. Burada insanlar belli bir noktaya kadar büyüyorlar, daha sonra bakıyorlar bu havuz kendilerine dar gelmeye başlıyor. Burada havuzu büyütmektense daha büyük bir havuza geçmeyi tercih ediyorlar. Büyüyenler nereye gidiyor? İstanbul'a gidiyor. Çünkü milletler arası pazar orada. İşte bu noktada yapılması gereken şey Konya'nın havuzuna İstanbul pazarını dâhil etmektir. Bunun içi orada temsilcilikler açılması gerekiyor. Konya Ticaret Odası, Konya Sanayi Odası, Konya Büyükşehir Belediyesi oralarda temsilcilikler açmalıdır. Oraya gelenlerin Konya pazarıyla karşılaşabileceği bir ortamın oluşturulması gerekiyor. Hava alanına indiğinde bir insan direkt Konya ile karşılaşmalıdır. Böyle bir şey yaptığınız zaman havuzu oraya kadar genişletmiş olursunuz, Konyalı firma da dışarıya gitmez, bu havuzda rahat eder. Aslında Konyalı Takkeli dağı görmeden rahat edemez. Ama ticari hayat sizi zorluyorsa o zaman çaresiz kalabiliyor sanayicilerimiz. Burada sanayicimize iş adamımıza geniş alanlar oluşturduğumuz zaman insanlar buradan gitmez. Bu konuşulmalıdır ve nelerin yapılması gerektiği de ortaya konmalıdır.
-Ama sanki bu havuzun büyütülmesi için Konyalılar hiçbir eylem gerçekleştirmiyor.
-Söylemden eyleme geçişte Konya'nın bir eksiği olduğu gerçek. Bir yol haritasının oluşturulması gerekiyor. Konya'nın geleneksel kültürü çok öne çıkmayı engelliyor da olabilir. Bu konu sosyolojik olarak da araştırılmalı. Ova kültürü mü diyelim, tarım kültürü mü diyelim bilemiyorum. Konya'da bu konularda temel eksiklikleri nasıl gidereceğiz, oturup konuşmalıyız. Temel değişiklikler yapabilmeliyiz. Gerekiyorsa hayat algılayışımızı sorgulamalıyız, bir şekilde yeni çalışmalar yaparak bu sorunu çözmeliyiz. Herkesin de bu çalışmalara destek vermesi gerekiyor tabi. Herkes bunu değiştirme konusunda net tavır ortaya koymalıdır.
- Medikal 2000'i konuşabilir miyiz? Hastane gereçleri üretiyorsunuz ve özellikle de ülkemizin en fazla dışa bağımlı olduğu medikal sanayinde önemli üretimler gerçekleştiriyorsunuz ve hatta ihracat yapıyorsunuz. Çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
-İtalya'ya bir miktar gönderdik, Yunanistan'a gönderdik, Suriye'ye gönderdik, en sonda Bangladeş'e gönderdik. Almanya'da bir temsilcilik açmak için çalışmalarımız devam ediyor. Uluslararası bütün fuarlara katılıyoruz. Sağlık sektöründeki en büyük fuar Duesseldorf'ta yapılıyor. Biz bu fuara katılıyoruz ve hatta orada başka bir güzellikte yapıyoruz, oraya büyük bir Türk Bayrağı asıyoruz ve bayrağımızı oralarda dalgalandırmaktan da büyük zevk alıyoruz.
25 tane ayrı ürünümüz var, elektromekanik hastane gereçleri üretiyoruz. Yoğun bakım karyolaları, jinekolojik masa, yemek masaları, fizik tedavide kullanılan çeşitli elektromekanik cihazlar, acil müdahale masaları bütün bunları imal ediyoruz. Medikal 2000'in esas gelişmek istediği saha lazer teknolojisi. Lazerle ilgilenen tek firmayız. Dışarıdan bir firma ile birlikte lazerimizi ürettik, şu anda Ankara Tıp Fakültesi'nde ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde ürettiğimiz bu cihazlar kullanılıyor. Tabi lazer teknolojisi çok çabuk gelişen bir teknoloji, bunu motife etmek oldukça zor, Almanya'dan bir firma ile irtibat halindeyiz. Teknokente şu anda bir yer açtık, Üniversite ile birlikte çalışmalarımız oluyor ve bundan sonra da projelerimiz devam edecek. Arkadaşlarımız bunu severek yapıyorlar. Her türlü desteği veriyorlar.
-Hassas tıp gereçleri konusunda da üretim yapmayı planlıyor musunuz?
-Bu konularda araştırmalarımız var. Amerika'ya, bir ekibimiz gitti, çeşitli firmalarda araştırmalar yaptı. Bir ay kadar önce buradan uzak doğuya gittik. Tayvan'a oradan Çin'e geçtik ve orada neler üretiliyor, nasıl üretiliyor araştırmalarını yaptık. Amerikanların, Almanların fason olarak ürettirdiği bütün malzemelerin numunelerini aldık. Sağlık Bakanlığı ve TÜBİTAK'a başvurduk. Bu araştırmalarımız sonunda bir yatırıma yöneleceğiz. Şimdi bizim için önemli olan öncelikle neye yoğunlaşmamız gerektiği konusu. Türkiye'nin en büyük eksikliği, insanlar arası güven eksikliğinden dolayı organize olma zorluğumuz var. Bir Fransız firması bir Fransız Ataşesi'yle birlikte oturup malını satmak için ne yapacaklarını konuşa biliyor. Hâlbuki Türkiye'de sanayiden bir şahısla devlet kademesinden bir şahsın bir araya gelip böyle bir konuda konuştuklarına şahit olamıyoruz. Bizim ülkemizde bir mantık değişimine de ihtiyaç var.
Birbirimizden emin olmamız gerekiyor. Ülkeyi şu mu daha fazla sever, bu mu daha fazla sever, bu tür tartışmalardan vazgeçeceğiz. Samimi olarak askeriyle, siviliyle, siyasetçisiyle hep beraber geleceğiz, hep beraber bu ülkeye hizmete gayret edeceğiz.