Yeni bir Kurban Bayramı dönemi bizi şereflendiriyor. Size dünyanın mazlum coğrafyalarında yolunuzu gözleyen yorgun ve bir o kadar umut dolu gözlerden bahsetmeyeceğim. Size derilerin bile yenildiği coğrafyalarda yaşayan gönlü kırıklarının nasıl umudu olduğunuzu saymayacağım. “Kardeşlerimiz geldi!” diye atacakları mutluluk naralarının bittiğini biliyorum.
Ama ben kesilen kurbanların yanında başka şeyleri de feda etme niyetindeyim. Amaç Âlemlerin rabbi olan Allah’a yaklaşmaksa, bu kurbanlar da verilmelidir.
İçimize oturan, Hindistan inekleri gibi kutsanan, asla vazgeçilemeyen ve birçok hayra engel olan benlik hissiyatlarımızı kurban edelim. Feda olsun dostluğa, kardeşliğe ve ümmet bilincine. Hem bireysel bencillikleri, hem de kurumsal ve milli bencillikleri… Bizim başımız dara düşünce sabahlara kadar gözyaşıyla dua edecek dostlarımızın da varlığını kabul edelim. Bu duyguları besleyen alkış alma, basit taltif ve uçarı mutluluklarımızı da yanına hediye edelim.
Her türlü kibir duygularımızı kessek mesela… Malın, evladın, yanımızda ve yakınlarımızda olan veya olduğu varsayılan her nevi tebaanın bize kattığı ulaşılmazlığı ve büyüklenme duygusunu feda ediversek… Hatta mümkünse bir daha almamak üzere... “İçinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez…” buyurur Allah’ın habibi. Mademki kurban; cennete ulaşmak için kesilir, biz de bu ayağımıza pranga olmuş duygularımızı evvela kesip atsak…
Biliyorum; kimsenin işine yaramaz ve hiçbir fakirin tenceresine girmez ama özgürlük ve özgüven hayallerimizi feda etmeyi teklif ediyorum. Büyük bir merakla yaşının on sekize gelişini bekleyen gençler neye ulaşacak ki… Aileleri dağıtan, karı kocanın arasına duvarlar ören şu özgürlük tutkumuzu nasıl kurban etsek? İblis’i şeytan haline getiren de bu duygular değil miydi? Ukalalığı özgüven, kabalığı tarz, başkaldırmayı büyüme, her şeye kafa tutmayı ergenlik alameti diye niteleyen bu modern insanın; soyunup kurtulması gereken ne çok derdi varmış meğer…
Unuttuğumuz tevazu ve kanaat duygularının yerine gelip oturan hırslarımızı ne yapacağız? Dünyaya sahip olma duygularımızı, her şeyi yemeye hazır aç gözlülüklerimizi, sadece kendimize ayırdığımız her türlü ağırlıklarımızı…
Bilmeden biliyormuş gibi yapan, okumadan âlimmiş gibi davranan, öğrenmeden ilim satan, malumatfuruşluğu irfan diye pazarlayan bu çağdaş insan; cehaletini ne vakit kurban edecek? Elindeki diplomadan medet uman, ilmi ve irfanı bir kâğıt parçasına bağlayan insanoğluna cahilliği anlatmak ne kadar da zor… Oysaki günün birinde toplasa tüm cesaretini ve kabul ediverse acziyetini… Yaratana rağmen bir ilmin olmayacağını, Ona rağmen okumaların, ancak “kitap yüklü merkep” seviyesine taşıyacağını başka nasıl anlayacak?
Annelerimizden birisi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) altlarına serilen kilimi iki kat yaparak uyutmuştu. O gece daha zor uyanıp kalkan efendimizin aynısını istemeyen uyarısını biliriz. Lakin hayatımız her anında rahatı ve konforu bir türlü bırakamayız. Bizim yakamızı bırakmayan bu konfor tutkusu, işin özünden uzaklaştırır bizi… Neredeyse her işe karışıveren, ayrık otu gibi bir kök salan her nevi riyakârlıklarımızı hangi kasap boğazlayacak? İhlasın uçup gittiği, riyanın tavan yaptığı her nevi güzel iş ve amellerimizi temizlemek gerek… Bugünlerde bir de bu riyakârlığın kurban edilmesi gerekiyor. Hazır başlamışken temizliğe…
Aman Allah’ım! Ne de çok kurban edilecek ve atılıp kurtulmanın elzem olduğu ağırlıklar varmış… Bunları kesmeli, atmalı kurtulmalı ve başaklarına da dağıtmamalı… Zira bizi Allah’a yaklaşmaktan alıkoyan böylesi yükleri, nasıl başkalarına hediye edelim ki… İnanın işte o zaman kurban, kurbiyet kazandıracak. Bizi yüceltecek…
Bu sayfanın altına bir boşluk bırakılsa ve siz elinize kalemi alsanız daha çok şey bulurdunuz kesilip atılacak. Ayağımıza pranga olup da bizi yerimize çakmasın diye...