Ekranla aramıza kara kediler girmiş olmalı ki birkaç haftadır şöyle karşı karşıya muhabbet edemiyoruz. Ekrana derin muhabbet beslemesek de önüne oturduğunuzda nasıl oluyor da oluyor birkaç saatiniz uçuveriyor. Bu yazıyı kaleme aldığım saatler de seyirle geçiyor ama ekran başında değil, İç Anadolu Mavi Treninde. Seyirlik değil ama seyr-u seferlik yazı olacak bu.Ne zaman trenle yolculuk yapacak olsam tarifsiz bir heyecan duyarım. Heyecanım, tren koridorlarından yayılan salatalık, mandalina ve yemek kokuları ile çitlek (çekirdek) sesleri arasında dört beş saatimi geçirecek olmaktan değil, yolculukların hassaten tren yolculuklarının ve istasyonların edebiyatımızın vazgeçilmez kaynağı olmasındandır. Çocukluğu raylar arasında geçen Mustafa Kutlu kadar olmasa da trenler ve istasyon manzaraları beni de büyülü atmosferine alıverir. İstasyona girdiğim andan itibaren, sanki görünmez bir gücün etkisinde kalıyorsunuz. Burada bir istasyon dolusu insanın yüzündeki mutluluk ve hüznün sizi alıp götürdüğünü hissediyorsunuz. Hangimiz unutur çocukluğumuzun trencilik oyunlarını. Kağıda 10a kadar sayılar yazdığımız ve karşı tarafa belli ettirmeden elimizle düzgün bir sayi yazdığımız ve bunu rakibimizin tahmin etmesini istediğimiz. Hani tutturursa sıra ona geçer, tutturamazsa yazılan sayıya bir çizik atılırdı. Sayının etrafına bir kare misali dört çizik atılınca sayı lokomotif olur ve bütün sayılar bir treni oluşturana kadar oyun devam ederdi. Treni ilk oluşturan kazanır, sevincini çuf çuf sesiyle belli ederdi. Tren dendiği zaman bizim coğrafyada orta yaşı devirmiş herkesin aklına ilk olarak "kara tren" gelir. Tren düdükleri kampana sesleri, kavuşmalardan daha çok ayrılıklar, bir daha görüp görmeyeceğini bilememenin getirdiği sıcak vedalaşmalar anlamına gelir çoğu zaman. Kara tren yavaş yavaş hareket eder. Eller havada son bir veda sözcüğü olarak sallanır, sonra usulca yanaklara süzülür gözyaşları. Bu duyguları, bu atmosferi yaşamayanlar da mutlaka bir Yeşilçam melodramından bu görüntülere aşinadır. Yani boşuna değildir "Kara tren gecikir belki hiç gelmez/dağlarda salınır da derdimi bilmez/dumanın savurur halimi görmez/gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez" diye türkülerin içinden trenlerin bolca geçmesi.Diyeceğim o ki, türkülerin içinden boş yere trenler geçmemiş Ayrılıklar, kavuşmalar, tren düdükleri, sallanan mendiller, istasyon görevlilerinin kokartlı, kasketli kıyafetleri, birbirinden hususi istasyon binaları... Hepsi, bütün bir Anadolunun mahzun ama sağlam kalbi olduğunu gösteriyor. Trenin ayrıcalığı şuradadır; tren insanın kendisiyle baş başa kalmasını sağlayan bir yoldur, çünkü tren yolu yalnız bir yoldur. Başka arabalar gelip geçmez. İki de bir farlar gözlerinizi almaz. Tren yolu yalnızlık yoludur. Ve insanın kendisiyle başbaşa kalabileceği bir yoldur. İkincisi, rayların tıkırtısı bir musikidir. Raylardan geçerken trenin çıkardığı ritmik ses hemen hemen bütün tren yolcularına çeşitli etkilerde bulunur. Bütün Haydarpaşa tren istasyonundan itibaren gar binalarının ve küçük istasyonların da kendine has bir mimari biçimi olduğunu fark etmişsinizdir. Bu genel olarak Türkiyede çok rastlanmayan bir mimari tarzıdır. Bunun da kendine mahsus şahsiyetli çekici bir tarafı var. Şimdi bu binaların çoğu harap oldu. Çevredeki ağaçlar kurudu. Yani eski şehirlerin hüviyeti bir şekilde gar binalarına gar çevrelerine de sinmiş. Şehirlerin içinde bir tür mimari doğmuş.Tren düdüğünü çala çala uzaklaştıktan sonra ki bu tren düdüğü de manidar bir hadisedir. Kavuşmanın heyecanını, ayrılığın hasretini yanık bir biçimde dile getiren seslerdir tren düdükleri. Güneşin altında huzur verir, gecenin içinde duyarsınız, rüyalarınıza girer. Yüzyılı devirsek de aradan geçen zaman eskitemedi, trenlerimizi, tren yolculuklarımızı. Konforundan otobüsü tercih edenlerimiz varsa, hâlâ bu güzelliğin içinde yolculuk etmediyseniz, seyre dalmadıysanız etrafınızı, çok şey kaybetmişsiniz demektir.