Aradan geçen uzun yıllar sonra TYB Konya Şubesinin düzenlediği ve Burhan Sakallı’nın konuşmacı olduğu program dolayısıyla Konya İl Halk kütüphanesinde yerimi aldım. Burhan Hoca’yı Konya’daki eğimcilik döneminden Odunpazarı Belediye Başkanlığı sürecine ve sonrasında yakından uzaktan tanıyor, konuşuyor, takip etmeye çalışıyorum. Edebiyatçı, eğitimci, şair kişiliğinin yanına başarıyla eklediği ve halen sürdürdüğü siyasi kimliği ile istikrarlı bir çizgiyi, hakkını vererek sürdürdüğünü düşünüyorum. Sığlaşmadan, popülize olmadan, eğitimci, entelektüel birikimi, olgun kişiliği, mütevaziliği, programa gelen kadirşinas dostlarının muhabbetinden anlaşılıyordu. Cumartesi günleri, Çizgi kitabevinde denk gelen sohbetlerde edebi, siyasi konularda serbestçe konuşabildiğimiz, dinleyen bir kulağı olan, sabırlı bir dost Burhan Sakallı. Edebiyat, entelektüel birikim, şairlik ile siyaseti dengede götürmek kolay değil. Bazen birinden diğeri lehine ya da aleyhine taviz veren pozisyonlarda bulabiliyor insan kendisini. Burhan hocada en azından şu ana kadar böyle bir durum görmedim.
Gelelim programa, TYB’de konuşmayla ilişkili eleştirileri programda mı yapalım sonra mı yapalım diye sorduğumda eleştiri olacak mı dediler. Yani konuşanın edebi siyasi kimliği, birikimi, konuşulan konunun başlığı “Cemil Meriç’in Bu Ülke’sinden Bugüne bakış” açık bir eleştirel okuma daveti olarak anlaşılıyor. Bu mayın tarlasına gönüllü girmek gibi dedim, güldüm. Nitekim Burhan Sakallı da Bu Ülke’deki “Siham-ı Kaza” başlığı ile girdi konuya… Program için kitapları yeniden okumuş, notlar almış, anekdotlar hazırlamış, konuya ve konuşmacıya, mekâna verdiği önemi, titizliği gösteren işaretler. Şaşırtıcı değil, mutluluk verici.
Salondaki haziruna baktığımda ise, herhalde Bu Ülke’yi okumayan yoktu aramızda. Yine de betimsel bir Cemil Meriç ve Bu Ülke girizgahı, hatırlatmalar ile program başladı. Bu arada, Programın düzenleyicisi, moderatörü, sevgili hocam demeyeyim de dostum diyeyim, bunca yıllık hatıramız, hatırımız var Prof.Dr. Bekir Biçer’in girizgahı önemliydi. Eleştirel, farklı bir okuma ve kendi anekdotlarından bahsetmesi benim için yeni bir bilgiydi, Cemil Meriç’in lisedeki hocalarından birinin dönemin önde gelen sosyalist ve kürtçülerden biri olduğu, Meriç’in, sosyalizmi Kerim Sadi ve Nazım Hikmetten önce o hocasından öğrenmiş, etkilenmiş olabileceğini belirtti Bekir Biçer. Bu da büyük düşünürlerin, siyasi, edebi kişiliklerin sıradan eğitimcilerin eseri olmayacağı yönündeki faraziyeye bir katkı gibi oldu. Şu sıralar, Cemil Meriç’in çok okunduğu, edebiyat ve sosyoloji bölümlerinde tezler yapılıp, mutlaka okunması gereken yazarlar arasında ele alındığını, ancak yeterince anlaşıldığı konusunda şüpheleri olduğunu ifade etti. Katıldığım bir tespit.
Ben, Bu Ülke’nin tanıtımı ya da özelliğinden ziyade Bu Ülke’yi okumuş, meczetmiş bir edebi siyasi kimliğin perspektifinden bugüne ve yarına dair tespitlerini merak ediyordum. Bu beklentim, tam olarak karşılandı diyemem maalesef. Toplantının sonuna katılamadığım için, en azından ayrılıncaya kadar olan kısımda dinlediklerim beklentimi, büyük kısmı bildiğimiz başlıklar sayılabilirdi, benim beklentimi ilk başta karşılamadı. Bunu biraz da Burhan Sakallının pozisyonu itibariyle makul karşıladım. Bekir Biçer hocanın moderasyonu, monolog, diyalog şeklinde değil, programın sonunda birkaç soru almakla ilgili de değil, dinleyiciyi sorularla programın içine dahil etmesi oldu. Güzel de oldu. Farklı sorular soruldu. Programın sonuna doğru ayrılmam gerektiği için, soruları Bekir Biçer ve Ahmet Köseoğlu’na iletmiştim, sağolsun ben olmasam da sormuşlar. Cevabı artık Burhan Sakallı’yı yine Çizgi kitabevinde görünce alırım diyeyim.
Sorular arasında bazılarını duyduğumda, çok şaşırdığımı da belirtmek isterim. O şaşkınlık ki, buraya yazdırdı kendini. Çünkü, sorunun ciddi bir şekilde mi sorulduğunu yoksa Burhan Sakallı’yı tanıyan dostunun ironi mi yaptığını anlamadım. Edebiyatçılar olunca ikisi de muhtemel. Soru mealen şuydu galiba: “Yazılarında kullandığı, atıfta bulunduğu isimler, kitaplar, terminolojiler vd. yabancı, bilmediğim, kendime ait hissetmediğim kişiler. Bu açıdan ben Cemil Meriç’i yeterince “Yerli ve Milli” bulmuyorum, siz ne düşünüyorsunuz” gibi bir şeydi. İroni olarak aldığımızda, aslında sarkastizmin mükemmel bir örneği bu soru diyebilirim ama soran ciddiydi galiba, maalesef… Hemen öncesinde Meriç’in “sol beni okumuyor, sağ beni anlamıyor” “hiçbir kilisenin çatısı altına sığacak biri değilim”den sonra gelen soru, evet sarkastik bir şeydir. Beş ya da on yıl önce teorize edilen, herhangi tarihi, siyasi ya da felsefi kuram ile sıkıca temellendirilmemiş, fikri olmaktan çok politik bir terminoloji ile Meriç’i değerlendirmek, tezat. Çünkü düşünce, düşünür ve kitaplardan önce, hissiyat ve siyasi pozisyon alış, emperyalizme karşı bir siyasi milli bir duruş sahibi olmak açısından işlevsel kullanıma sunulan söylem ile bu söylemden neredeyse yüzyıl önce doğmuş, büyümüş, ölmüş, kendisini Türk irfanına adamış mütevazi bir fikir işçisi olarak gören birisini değerlendirmek, Yerli ve Milli değil demek… ne bileyim. Trajikomikti benim için. Hayıflandım.
Bir diğeri Meriç’in Müslüman olup olmadığı konusuydu. Fatih Sultan Mehmet’in “İnsanlara Allahın hesaba çekeceği sorular sormayın, aç mısın, tok musun, bir ihtiyacın var mı?” gibi sorular sorun mealindeki sözünü hatırladım. Biz birilerini zorla İslam dairesinin içine çekip, gönlümüzü rahatlatmaya çalışırken başkaları ise kendi düşüncesi dışındaki herkesi o dairenin dışına itmeye çalışıyor. Oysa, Fatih’in dediğini doğrular şekilde, Jurnal’de mi Bu Ülke’de mi şu an tam hatırlamıyorum “bu şehrin sokaklarında bu kadar aç ve sefil bir Cemil Meriç dolaşmamıştır” diye yazıyordu.
Buradan çıkan sonuç, Bekir Biçer’i doğruluyor sanki. Burhan Sakallı’nın da konuşmasındaki tespiti, kendi değerlerine yabancı, düşman, cahil bir aydın nesil yüz yıl önce nasılsa, Meriç’in döneminde nasılsa, halen aynı şekilde varlığını koruyor cümlesiydi. Ama devamında şu sorular da sorulmalıydı: Her şey değişirken, onlar değişmeden aynı bayağılıkta, ya da düşmanlıkta, sığlıkta kalmayı nasıl başarıyorlar? Bu yarınımızı aydınlatacak bir cevabın peşine götürürdü bizi. Yanlış sorular bugün ve yarın işimize yaramayan cevapların peşinde meşgul ediyor bizi, hala.
Dinleyicilerden birisi sordu, güzel ve cevabının detaylı olarak bilinmesi, uygulamaya geçirilmesi gereken temel soruydu: Cemil Meriç’i böyle yetiştiren şartlar, etki eden faktörler nelerdi? Okul, çevre, kültür, dil, öğretmen? Bin dokuzyüzlü yılların başında, lisede, Fransızca iki dergiye abone olan bir gençten bahsediyoruz… Dahi’yi, düşünürü, sanatçıyı yetiştiren şartlar, paradigmalar, ilham kaynakları, elinde rotası olmayan bir arayış, bunalım ve yalnızlıkları, çırpınışları ile kendini var eden bir entelektüelin düşüncesinde de günlüklerinde de hayatında da işlenecek zengin bir maden yatağı var. Yanlış sorular, maden ocağının kapısına kilit vuruyorsa da biz hala okuyarak, düşünerek kaçak kazı çalışması yapıyoruz. Etkileşimli bir toplantıyı özlemişim. Güzeldi. Zaman kaybı değildi, değdi. En son dilimde Manga’nın parçasından bir nakarat “kaldı cevapsız sorular”