II. Abdülhamit tahta çıktığında Osmanlı ha battı ha şimdi batıyor durumunda idi. Batı ise elinde çatal bıçak masadaki yerini almış, tabağın masaya ulaşmasını bekliyordu. Batının beklediği o tabak, II. Abdülhamit’in izlediği yöntem ve ortaya koyduğu irade sayesinde tam 33 yıl o masaya gelemedi. Bu günlerde ABD ve bir kısım batı ülkesi, o günlerin Osmanlısını yaşıyor. Esasen tüm dengeleri altüst olmuş bir mizanı, rakam oyunlarıyla denkmiş gibi göstererek psikolojik ömür yaşıyorlar.
Türkiye, kimileri tarafından fark edilmese de yüzyılın başındaki değişime denk değişimler yaşıyor. Bir farkla ki; bu değişim darağaçları olmadan ve yere bir damla kan düşmeden yapılıyor. Daha doğrusu yapılmaya çalışılıyor. Sürecin nasıl sonuçlanacağını ömrümüz olursa hep beraber göreceğiz. Ben puzzle’ın eksik parçalarının halen çok olduğuna inananlardanım. Ama aynı zamanda bu eksik parçalar ağır ağır yerlerine doğru da yol alıyorlar. Resim tamamlandığına bu sürecin iyi bir sonuçla neticeleneceğine inananlardanım. Belki de umudunu inanca dönüştürenlerdenim.
Türkiye’nin kendi dışındaki coğrafyalara ilgisi cumhuriyet tarihi itibariyle hiç olmadığı kadar yüksek. Bunun kontrol edilirliği düzeyiyle denk katkısı ya da zararı vardır. İlginizin oluşturduğu hareketlilik, çoğu zaman bir bumeranga dönüşebilir. ABD ve Batı bunu çok iyi bilir. Dokuda farklılık oluşmuş ya da oluşturulmuşsa, kabul edilebilirliğiniz beklentisi size stres yaşatabilir. Hemen yanı başımızdaki gelişmeler de bu anlamda Türkiye açısından bir risktir. Riskler herkesin de bildiği gibi iyi yönetebildikçe verimlidir. Yönetimde zafiyet oluştuğu an, sizi ve tüm birikimlerinizi içine çeker ve yok eder.
Yeni Türkiye’nin yeni Başbakanı Ahmet Davutoğlu, komşu havzalarla maksimum işbirliği, minimum çatışma anlayışını esas alan bir stratejiye inanıyor. Elinden alarak sahip çıkmak değil, elindekini, birlikte ve en verimli değerlendirmeyi teklif eden bir dış politika duruşuna sahip. Bunu, reddi miras yapmadığı ve fakat dışişleri bakanı olduğu andan itibaren de pek uygulamaya fırsat bulamadığı “stratejik derinlik” isimli kitabındaki sunumundan anlıyoruz. Beklentimiz, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya, Avrupa, Amerika, Afrika hatta Uzakdoğu ile ülkemizin arasındaki ilişkilerin, taşınabilir ve ortak bir zeminde karşılıklı kazanmanın, birlikte yücelmenin kurallarının adil bir şekilde uygulanabildiği bir zemine taşınmasıdır. Buna hem bizim hem de bölgemizin ihtiyacımız vardır.
Bizi kuşatan komşu havzalar ve bizim ilgili olduğumuz coğrafyalardaki müttefiklerimiz açısından yaşadığımız süreç oldukça zorlu geçiyor. Belki bizim çokta müdahil olmadığımız fakat eşlik etmek zorunda kaldığımız bir takım başlangıçların sonuçları, o ülkeler kadar bizi de tedirgin etmektedir. Türkiye’nin gücü ile gayesi arasındaki orantısızlık, taşınamaz bir yüke dönüşebilir. O sebeple bir an önce bir taraftan güç yükseltimi çabasını devam ettirirken, öbür taraftan da gayemizi o güce uygun hale realize etmemiz gerekiyor. Ekonomide denk bütçe ne kadar önemli ise, dış politikada da gaye/güç uyumu o kadar önemlidir. Dış politikada yapılan yanlışlar ağaç kurdunun verdiği hasar gibi hasar verir. İçten içten çökersinde kimsenin haberi olmaz. II. Abdulhamit dış politikadaki başarısı ile tam 33 yıl hiç savaşmadan ve bir metrekare toprak kaybetmeden Osmanlı’yı 1908’e kadar taşıdı.