Her konuda bize en güzel örnekliği sunan Peygamberimiz, en olumsuz şartlarda bile ümidini yitirmeyen ve çevresindekilere her zaman ümit aşılayan bir liderdi.
Mekke’de işkence ve eziyetlerin tavan yaptığı, baskıdan bunalan Müslümanların “Ey Allah’ın Rasülü, bize ilahî yardımlar gelmeyecek mi, Bu konuda bizim için Allah’a dua etseniz olmaz mı?” diye inledikleri bir sırada Peygamberimiz, şöyle ümit aşılayarak onları aydınlık geleceğe hazırlıyordu: “Siz acele ediyorsunuz.. Andolsun ki Allah bu dini tamamlayacaktır ve öyle bir zaman gelecek ki ta Hire’den bir kadın tek başına ve güven içerisinde Kabe’yi ziyaret edip memleketine dönebilecektir. O aydınlık günler de gelecektir!”
İşkence ve eziyetlerin inananlar üzerine yağdığı, boykotlarla Müslümanların kıskaca alındığı bir sırada böyle diyordu Peygamber.
Mekkelilerin yoğun baskısına daha fazla dayanamayıp Medine’ye bir gece gizlice hicrete karar vermişti. Hicret yolunda izini bulup kendisine yetişmek üzere olan Sürâka’nın atı kumlara saplanmış, gördüğü dehşetli olay karşısında Müslüman olan Sürâka’ya o zor zamanda şu müjdeyi vermişti: “Ey Sürâka! İran Kisrâ’sının bileziklerini koluna takınacak, kemerini kuşanacak, tacını başına giyeceksin.” (Köksal, İslam Tarihi, VI, 183-184)
Yine Hendek savaşı hazırlıkları yapılırken Hz. Peygamber de hendek kazımında çalışıyor ve açlıklarını bastırabilmek için Müslümanlar karınlarına taş bağlıyorlardı. Peygamberimizi de onların dertleriyle dertleniyor, hatta o karnına iki taşı birden bağlıyordu. Ama böyle zorluklarla dolu bir zamanda bile ümidini yitirmiyor ve hendekte kırdığı taştan çıkan ateş parçaları arasında gülümseyerek şöyle buyuruyordu:
“Taşlardan çıkan bu aydınlıklar içerisinde Hîre şehrinin köşklerini, Kisrâ’nın şehri Medâin’i, Rûm ülkesinin kızıl köşklerini, San’a beldesinin saraylarını gördüm.. Cebrail, oralara ümmetimin hâkim olacağını bana haber verdi.” (Köksal, İslam Tarihi, XII, 220)
Onun bu müjdelerindeki espriyi anlayamayan münafıklar şöyle diyorlardı: “Biz bugün korkudan tuvalete gidemezken, Muhammed bize Kisrâ ve Kayser’in hazinelerini vaat ediyor!” (İbn Kesîr, III, 472)
O, yüzlerce yıl önce bu ve benzeri ümit dolu mesajlarıyla ümmetini geleceğe hazırlıyor, onları büyük düşünmeye ve büyük hedefler uğruna çokça çalışmaya yönlendiriyordu. İşte onun ta o zamanlar söylemiş olduğu müjdelerden biri de İstanbul’un fethi ile ilgili şu sözleri idi: “Kostantınıyye (İstanbul) mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel umandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir!”(Ahmed)
Onun bu müjdeleri doğrultusunda, ilk dönemlerden itibaren fetih ruhunu kavramış pek çok Müslüman, İstanbul’un fethi için seferlere çıkmış, bu uğurda mal ve canlarından geçmiş ve nihayet Peygamberin gösterdiği hedefe ulaşmak Fatih Sultan Mehmed ve askerlerine müyesser olmuştu.
Fethin sene-i devriyesini idrak ettiğimiz şu günlerde, şu gerçeği bir kez daha hatırlatalım: Müslümanlar olarak bizler, geleceğe umutla baktığımız sürece, büyük hedeflere çok çalışarak koştuğumuz sürece güzel akıbetleri yaratacak olan Yüce Allah’tır. Akşemseddin, Ulu Batlı Hasan, Urban Usta, Fâtih ve fedakar askeriyle fethe talip olan erler oldukça, madde ve mana bütünlüğü içerisinde yürekler bir attıkça, Fettâh olan Yüce Allah nice fetihleri müyesser edecektir.
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah’ın rahmetinden inkarcı toplumlardan başkası ümit kesmez.” (12/87)
“Ne zaman ki, peygamberler umutlarını kestiler ve kendilerinin yalana çıkarıldıklarını (kâfirlere karşı kendilerine yapılacağı va'dedilen yardımın yapılmayacağını) sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azâbımız suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez.” (12/110)
“Gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer gerçek anlamda inanıyorsanız en üstün sizsiniz.” (3/139)
“Sabah yakın değil mi?” (11/81)
“Yardım Allah’tandır ve zafer yakındır. İnananlara müjdeler olsun.” (61/13)
Feth-i Mübin hayatımıza bereketler getirsin. Eyyüb Sultan’dan Fatih’e, tüm fetih şehid ve erlerinin ruhları için el-Fatiha.