Kendinizi inkâr ederseniz kendiniz olmaktan çıkmakla kalmaz, “öteki” de olamazsınız.
Dini değerlerinizi dünyanızı yamarsanız, sonunda elinizden dininiz de dünyanız da gider.
İnsanların size olan itimat ve sadakatinin ( yüreklerinin )üstüne basarak yükselme yöntemini seçerseniz, gün gelir o yüreklerin kanında boğulursunuz.
Allah’tan başka güçlerden korkmaya başlarsanız, korktuğunuzun kulu haline gelirsiniz.
Müslümanlara bu dünyada düşman olunacak Firavunlar ve Nemrutlar tükenmiş gibi, yılmadan usanmadan kendi çizgisine uymayan Müslümanları düşman etmenin savaşını veriyoruz.
Bu psikolojik yasadır: İmanını yok sayarak mümine kin duyanların, çok geçmeden inkâra ve münkire muhabbet beslemeye başladıklarına şahit olursunuz.
Zalimlere eğilim gösterenlere ateş dokunacağını Kur’an söylüyor. Ebu Müslim Horasânî, ne demişti hâk ile yeksan olan Emevi hanedanı için: “Düşmanlarınızı hoşnut etmek için dostlarınızı kırdınız. Sonunda düşmanlarınızı memnun edemediğiniz gibi, dostlarınızı da yitirdiniz.” Allah’ı gücendirmeye değecek bir “getiri” bilmiyorum. Değdi mi yani?
“KARDEŞİNE YARDIM ET”
Ve Hz. Peygamber konuşuyor:
- “Zalim de olsa mazlum da olsa, (mümin) kardeşine yardım et!”
- “Ya Rasûlallah! Mazluma yardım edelim, (bunu anladık) da, zalime nasıl yardım ederiz?”
- “Zulmüne engel olarak.”
Evet, yok öyle “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı Türkiye’deki dîni yapıların yaptıkları her yanlış, attıkları her hatalı adım bu ülkedeki tüm Müslümanları zan altında düşürüyorsa bu durumu düzeltmek yine o ülkenin akıl sahibi Müslümanlarına düşmektedir.
Modern Dünyanın bireyleri sürüleştirme politikası anlaşılır bir şey olabilir. Ama insanlar bir de din adına, mezhep adına, tarikat adına, cemaat adına sürüleştirmeye çalışmak o dine yapılmış en büyük ihanettir..
İnsanlar “birey” olmasınlar, eyvallah. Fakat gölge de olmasınlar; asıl olsunlar, “şahsiyet” olsunlar. Çünkü her insan, Allah tarafından bir şahıs olarak muhatap alınmakta, “sürüden biri” olarak değil. Ve her insan, Allah’ın orijinal bir eseri olarak yaratılmış bulunmakta; “sürü”, “gölge”, “nesne” olarak değil.
Dinî yapıların amacı, bu ülkenin siniri alınıp sürüleştirilmiş bireylerine şahsiyet kazandırmak olmalıdır. Onu “ben bilincine” sahip kılıp, kula kul olmayacak bir “varlık şuuru” kazandırmak olmalıdır. Değilse, “O yapmışsa vardır bir bildiği”, “Büyüklerimiz bizden iyi düşünür”, “Sen neymişsin be abi!” diyen, hatada hikmet arayan, iradelerini bir daha hiç kullanmamak üzere birilerine ipotek eden insanların oluşturduğu yapılar, yıkılmaya mahkûm yapılardır.
Genellikle bu tür yapıların kaderi, onu inşa edenlerin üzerine yıkılmaktır.
* Bu yazıda Mustafa İslamoğlu’nun kitaplarından yararlanılmıştır