Kur’an son peygamberin bir türedi olmadığını belirtir: “De ki: 'Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Sadece bana vahy olunana uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.” (Ahkaf, 49: 9). Dolayısıyla onun mesajının içeriği, daha önceki peygamberlerin mesajından pek de farklı sayılmaz. Sözgelimi salat (namaz) ibadeti, sadece son peygamber aracılığıyla inananlara yüklenmiş bir sorumluluk değildir. İslam öncesi Arap toplumunda da namazın varlığı hakkında dikkate değer aktarımlar mevcuttur. Bu yazıda, söz konusu realiteye –cahiliyede namazın mevcut olmadığı itirazlarını göz ardı etmeksizin- “Kur’an’da Salât Kavramının Semantik Analizi”[1] adlı yazı çerçevesinde dikkat çekilecektir.
Macar asıllı Musevî kökenli bir oryantalist Ignaz Goldziher (1850-1921), namaz ibadetinin cahiliye devrinde mevcut olmadığını, salat teriminin Hristiyanlık’tan alındığını ve salatın Arapça bir kelime olmamasının, buna delil teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Bu yaklaşım doğru kabul edilirse Hz. İbrahim’in şeriatında mevcut olan namaz ibadetinin zamanla cahiliye Arapları tarafından terk edilip unutulduğu söylenebilir. Ne var ki Goldziher’in yaklaşımı cahiliyede namaz konusundaki tek yaklaşım değildir.
Diğer bir yaklaşıma göre cahiliye, namaz ibadetinden habersiz değildir. Sözgelimi Ebu Zer ve Kus b. Saide’nin, cahiliye döneminde namaz kıldıkları bilinmektedir: “Onların Kâbe'nin yanındaki namazları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. 'İnkâr etmenize karşılık azabı tadın bakalım!” (Enfal, 8: 35). Gerçekten de bu dönemde müşrikler; erkek-kadın, açık saçık el ele tutuşur, Kâbe’nin etrafından dolaşırlar ve ıslık çalıp el çırparlardı. Ayrıca çeşitli çalgılar çalar, oynar ve yaptıklarını alkışlarlardı. Hz. Peygamber, Kâbe’ye gelip namaz kılmak ya da Kur’an okumak, istediği zaman çoğu kez böyle ayinler yapmakta ileri giderler, kendileri de namaz kılıyor ve dua ediyorlarmış gibi gösteri ve gürültü yaparlardı. Bunu da kendileri için bir ibadet sayarlardı.
Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in, Kâbe’nin Hz. İbrahim tarafından kıble olarak tesis edildiğini bildiği, Zeyd b. Amr’ın da cahiliye döneminde kıbleye yönelip, “İlahım İbrahim’in ilahıdır. Dinim de İbrahim’in dinidir.” diyerek secdeye kapandığı kaydedilmektedir. Bu ve benzeri haberler, namazla ilgili bazı unsurların, Hz. İbrahim devrinden cahiliye devrine geçtiğini göstermektedidir.
Abdullah İbn Ömer’den gelen bir rivayete göre müşriklerin, cahiliye döneminde İslam’dakine benzer bir namaz kılma biçimi vardı. Kâbe’yi tavaf ettiklerini ve el çırptıklarını söyleyen İbn Ömer, kendi eliyle, onların nasıl el çırptıklarını tarif ettikten sonra “Yanaklarını yere koyarlardı.” ifadesini kullanmıştır.
Cahiliye devri Araplarının namazı bildiği ve onların ölüye de namaz kıldıkları rivayet edilir. Ölünün kabri başında durur, onun iyiliklerini, güzel işlerini anar ve hüzünlenirlerdi. Bu işe de es-Salah (namaz) derlerdi. İslam, bu namaza ve benzeri dini geleneklere da’vâ’l-cahiliyyye (cahiliye duası) demiştir. Bu namaz, İslam’daki cenaze namazından farklı da olsa yine namaz sayılır.
Yine cahiliye döneminde Ka’b b. Lüey, Kureyşlileri cuma günü toplar ve birlikte, içinde bir de hutbe kısmı bulunan haftalık bir ibadet yaparlardı. Bu güne; cuma, maruzat (açıklama), yevmü’l-arûbe (Araplık günü) denilmekteydi.
Sonuç olarak diyebiliriz ki İslam’dan önce cahiliye döneminde Araplarda namaz diye bir ibadet vardı. Ancak müşriklerin kıldığı namaz; ruhtan yoksun, huzur ve edepten uzak, düzensiz bir ibadet şekli idi. Onlar, bu ibadeti sırf Allah için değil, O’nun ortakları, kızları kabul ettikleri melekler için de yaparlardı. Halbuki İslam’da ibadet, sırf Allah’a yöneltilmiş ve tevhide aykırı olan şeyler ibadetten uzaklaştırılmıştır.
[1] Soysaldı, Mehmet, “Kur’an’da Salât Kavramının Semantik Analizi”, Yalova Üniversitesi Yalova Sos. Bil. Derg., S. 1, Ekim 2010-Mart 2011. (43-56)