Cami, toplayan demektir, ancak İslam literatüründe cami, müminleri aynı hedef için toplayan merkez demektir. Onun için bütün camilerin kıblesi Muazzam Ka’be’dir. Ka’be, sembolik olarak Yüce Allah’ın evidir. Yeryüzündeki bütün cami-mescitler Ka’be’ye, dolayısıyla Yüce Allah’a bağlı tevhid merkezleridir.
Camiler, dünyevî çıkarlar için yahut farklı amaçlar doğrultusunda bir araya gelinen yerler değildir. Camiler, haram ve günahların işlendiği merkezler de değildir. Camiler, ibadet merkezleridir. İbadet ise, namaz başta olmak üzere, müslümanın müslümanca yaptığı hareketlerin adıdır. Onun için camiler, İslam’ın temel kaynaklarından ve ehil ellerden doğru bir şekilde öğrenildiği yerlerdir. Camilerde toplanan müminlere cemaat denir. Cemaat, bir kişi de olsa hakta bir araya gelen istikamet yolcularının adıdır.
İslam şehirleri, cami merkezli olarak kurulur. İslam toplumunun fertleri camide yetişir, camide bilgilenir ve camide eğitilir. Hayatın tatbikatı camilerde yapılır.
Her Müslüman, caminin sloganı ezanla düyaya gelir, doğar doğmaz kulaklarına ezan okunur. Yine her Müslüman vefat ettiğinde son yolculuğuna camiden uğurlanır. Yani hayat ezanla cami arasında yaşanır, camiyle irtibatlı yaşanır. Onun için İslam şehirleri, külliye denilen cami etrafında kurulan ve şekillenen kurumlardan oluşur.
İslamî bir kavram olan cemaat kavramı da, cami merkezli olarak caminin şekillendirdiği bir kavramdır. Son dönemlerde pek çok önemli kavramımız gibi cemaat kavramı da yıpratıldı. Elbette birileri tarafından içi boşaltıldı yahut yanlış yerlerde ve yanlış işlerde kullanıldı diye cemaat kavramını terk edecek değiliz. İyi tahlil edildiğinde, cemaat kavramını yozlaştıranların aslında cami merkezli sahih cemaat yapısı olmadıkları görülür. Onlar camiye alternatif olarak değişik adlarda geliştirdikleri evler, çok amaçlı salonlarla aslında cami ruhundan uzaklaşmışlardı. Zira camide olan, camiyle irtibatlı olan harekette çalma çırpma olmaz, takiyye aldatma olmaz, akrabalık bağlarının koparılması, millî duyguların yok edilmesi ve ümmet bilincinin ötelenmesi olmaz.
İslam, din-i mübindir. Yani apaçık dinin adıdır. Onda gizem yoktur. Camiler de İslam’ın aleni olarak öğrenildiği ve yaşanıldığı yerlerdir.
Peygamberimiz liderliğinde ilk müslümanlar Mekke’de cami yapamadılar. Ancak onlar fırsat buldukları ilk fırsatta camiyi kurdular ve ümmeti cami içerisinde inşa ettiler. Daha hicret yolunda Kuba ve Ranuna mescidlerinin yapılması tesadüfi değildir. Medine’ye teşriflerinde efendimizin ilk iş olarak Medine Mescidinin yerini belirlemesi ve mescidin yapımına başlaması da rastlantı değildir. Efendimiz aleyhisselam son nefesini verinceye kadar hep camisinin imamı olmuş, evi mescidinin bitişiğinde olmuş ve vefat ettiğinde mezarı da mescidin bitişiğindeki mübarek odasında olmuştur ki bugün kabr-i saadetleri mescidin içerisinde kalmıştır. Yani O, cami merkezli bir hayat yaşayarak bizlere en güzel örnekliği sunmuştur.
O, müminlerin camiye devam ve camiyle irtibatlı olmaları üzerinde ısrarla durmuş, müminleri, günden az beş defa mescide çağırmıştır. Namaz ibadeti dışında, müminlerin önemli işlerini planladıkları yer de hep mescid olmuştur. Bu konuda pek çok hadis gelmiştir:
Sizden biri sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılmanın faziletini bilseydi, sürünerek de olsa mescide gelirdi.
İçimden öyle geliyor ki, farz namaza durulmak üzere kamet getirilsin, sonra ben gideyim mescide/cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yıkayım.
Kadınlarınızı camilerden men etmeyin/mescidleri kadınlara yasaklamayın.
Sizden birinin camiye/cemaate devam ettiğini gördüğünüzde onun müminliğine şehadet edin.
O halde yapılması gereken, çoluğumuz çocuğumuzla camiye cemaat olmaktır. Camiyle irtibatımızı gözden geçirip sağlamlaştırmaktır. Unutmayalım ki müminlerin buluşma, tanışma ve yetişme yerleri öncelikle mescidlerdir. Gönlü mescidlere bağlı olan kişiler, hiçbir korumanın olmadığı kıyamet gününde Yüce Allah’ın koruması altında olacak olanlardır. Öyleyse her birimiz cami cemaati olmaya bakalım.