On dört-on beş yaşında körpe çocuk/genç yiğitlerin katıldığı… Yediden yetmişe bir milletin tarih sahnesine çıktığı… Okumuşu okumamışı ile, şehirlisi köylüsü ile, zengini fakiri ile tüm herkesin, her şeyi ile seferber olduğu bir savaş, daha doğrusu bir hayat memat mücadelesi, bir dik duruş, yıkılmadık ayaktayız ve daha ölmedik mesajının cihana haykırılışı…
Medine’den Kerkük’e, Üsküp’ten Manastır’a, Hakkari’den Batum’a, Sivas’tan Haleb’e, Konya’dan Yanya’ya İslam ümmetinin yek vücut olduğu bir mücadele…
Yok etmeye gelenlerle, var olma ve özgürce yaşamak isteyenlerin savaşı… ‘Hasta Adam’ Osmanlı’nın, ‘Daha ölmedim, ölmeye de niyetim yok’ dercesine yatağından doğrulduğu, ölümünü bekleyen çakallara dersini verdiği bir azim ve kararlılık anıtı…
Yarım milyon donanımlı teçhizatlı, açgözlü, saldırgan düşman ordusuna karşı, yedi yüz bin Osmanlı vatan evladının karşı karşıya kaldığı, göğüs göğse vuruştuğu bir destan… Üç yüz bin düşman zayiatına karşılık, iki yüz elli bine yakın şehidin bu topraklar için, bu topraklara hayat vermek için toprağa düştüğü bir muharebe…
Çanakkale ruhunun temelinde iman vardı, azim vardı, kararlılık vardı, birlik ve beraberlik vardı.
Değerleri için her şeylerinden feragat eden ve ölüme koşan, ölüme gülen erler vardı. Onları, elleri kınalı cepheye gönderen analar, gelinler vardı.
Günlerce süren savaş arenasında askeri şahadete yani ölümsüzlüğe, yani cennete yönlendiren Tabur imamları ve komutanları vardı.
Savaşın en yaman saatlerinde bile namazını aksatmayan, süngülü silahını mihrap yapıp son namazını kılan Mehmetçikler vardı.
Birkaç dakika sonra canından geçeceğini bildiği halde siperinde Kur’ân okuyan, kelime-i şahadet getiren erler vardı.
Yardıma gelmiş meleklerin tekbiriyle buluşan tekbir ve tehlil sedaları vardı.
Bugün en fazla muhtaç olduğumuz ruh işte bu ruhtur. Bizi izzetle yaşatacak olan ruh da budur zaten. Öyleyse şehidlerimizi unutmayarak, onları minnet ve dua ile anarak, o ruhu yaşayıp yaşatarak Çanakkale Şehidleri’ne olan borcumuzu ödemeye çalışalım.
Ve millet olarak soralım kendimize, Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi? Unutmayalım, Çanakkale’yi geçmek isteyen düşman, yine hazırlıklı, donanımlı ve dünkünden çok daha hırslı ve saldırgan. Peki ya bizler!?
Sözü Çanakkale ruhunu dizelere döken şairlere bırakalım:
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi..
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi...
Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. (M. Akif Ersoy)
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir! (N. Halil Onan)
Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir. (O. Şaik Gökay)
Ezan kutsaldır oğul,
Yurt ezanla bilinir.
Kur’ân okunan yerde,
Ölü ruhlar dirilir!
Haydi Yahya haydi git,
Ya gazî ol, ya şehid! (Salim Dağ)