Dün Çanakkale’ye saldıranlar neye, niçin saldırdıklarının bilincindeydi. İngiliz, Fransız, o sömürgeci devletlerin sömürgelerinden toplayıp zorla getirdikleri, Yahudi birliği, küçük Yunan birliği ile tam bir haçlı koalisyonu idiler.
Türk milletini merkezinden vurmak, İslam Medeniyetini temsil üssünden göçürerek esarete sürüklemek istiyorlardı. Esaretleri altındaki toplumların, böylece ümidini de söndürmüş olacaklardı. Çünkü ‘sizin umut bağladıklarınız da bizim esirimiz’ dedikleri zaman, istiklâle olan ümitleri de birer birer söndürmüş olacaklardı. Onun için hiçbir cephede görülmeyen aşağılık bir inatla saldırı saldırı üstüne tazelendi. Denizden kuşatma, olmayınca karadan çıkarma, deniz üstünden, deniz altından, kara üstünden, yer altından saldırılar yıl boyu sürdü durdu. Kendileri ile birlikte daracık bir kara üstünde yarım milyondan fazla insan telef edildi.
Çanakkale’yi savunanlar da ne yaptıklarını biliyorlardı. Niçin her türlü olumsuzluğa karşı direnmeleri gerektiğini anlıyorlardı. Saldıranlar, onlardan namuslarını istiyordu. “Türk lokumu” diyerek elde etmek istedikleri kadınlarımız, kızlarımızdı. Ayasofya’nın tepesine haç dikeceklerdi. Türk devlet başkanının kalbine saplayacakları hançerle kanını, çanak içine boşaltacaklardı. Dünya İslâm âleminin de lideri olan makamı alt ederek, sömürge altındaki Müslüman toplumları elde tutmayı daha kolay başaracaklardı. Onun için saldırı İslâm Medeniyetine, inancımıza, kalbimize idi.
Mehmetçik, karşısındaki Haçlı inadına görülmemiş bir vecdle, imanla direndi. Top güllelerinin toprağa diri diri gömdükleri, silkinip kalktıklarında eskisinden daha yüksek bir gayretle savaşa devam ettiler. Su bulmaları zordu. Siperden ayrılmaları doğru değildi. Tüfek dipçiklerine teyemmüm ederek, şahadete abdestli gitmeyi düşündüler. Böylece yaptıkları işin kutsiyetini artırıyor, Allah’ın huzuruna abdestli gitmiş oluyorlardı. Bazı askeri birlikler, önlerinde tümden şehit düşen süngü hücumundaki kardeşlerini görüyorlardı. Sıranın kendilerine geleceğini biliyorlardı. Korkma, yılgınlık gösterme yerine tam tersi kitaplarını okuyorlar, şahadet getiriyorlar göreve yüksek bir ruhla, yüksek bir moral değerle hazır bekliyorlardı. İşte onlardan bir birlik belki insanlık tarihinin anlaşılması zor bir işini de yapmıştı. Tüfek dipçiklerine teyemmüm ederek aldıkları abdestle kendi cenaze namazlarını kıldılar. “Er kişi niyetine” diyen de, davete uyan da biraz sonra şahadet şerbeti içti. Onlardan bilinen, çok az kimsenin kaldığıdır.
Çanakkale’nin 93. yıldönümünde bunlar niçin tekrar anıldı?
Çanakkale’de Mehmetçiğin kalbine, kafasına hücum edenler şimdi de saldırı üstüne saldırı tazeliyorlar. Yalnız gariptir hepsi dışarıdan değil. Bakın “Türk lokumu” diye ağzından salya akıtarak gelen İngiliz yılanının benzerleri, içimizde Mehmetçiğin korumak istediği namusun da değerin de hasmı olarak üstelik sıkılmadan, utanma duygusunu taşımadan düşmanlık göstermeye devam ediyor. Yalnız bunların İngiliz, Fransız sömürgecileri kadar haysiyeti de yok. Çünkü onlar doğrudan Haçlı idiler. Değerleri saklı-gizli değildi. Bunlarsa, örtülü Haçlı uşaklığını kendilerine yakıştırarak Mehmet’in yavuklusuna, şehitlerin torunlarına saldırıyı gerçekleştiriyor.
Artık Türkiye’nin Çanakkale’yi biraz farklı gözle anması, anlaması, anlamlandırması gerekmiyor mu? Şehitleri yıldönümünde ananlar, şehitlerin korumak için uğrunda can verdiği değerlerin kendi ülkelerinde, kara, kızıl haçlı muhibbileri tarafından yıpratılmasına seyirci kalmalılar mı?
Mehmet’in çokça kaybedilmesinin sebebi olan teknik üstünlük konusundaki açığı ortadan kaldırmak için kılını kıpırdatmayanların, onun değerlerine, kutsalına saldırmaya hem de bu ülkede devam edebilmeleri nasıl anlaşılmalıdır? Şehitlerin canlarını feda etmeleri, gereksiz yere mi olmuştur? Abdullah Cevdet’in anlayışıyla zaten Mehmet, “Medeniyete karşı savaşmıştır” öyle mi? Laisizmin yeni Abdullah Cevdet’lerinin etkili yerlerde İngiliz, Fransız ya da Amerika adına bu kadar kümelenebilmiş olması nasıl değerlendirilmeli?
Bu milletin Çanakkale’yi anarken şehitlerin değerlerine saldıranlara özellikle bakması, kim adına bunu yaptıklarını ibretle değerlendirmesi, tavrını da ona göre alması zamanı gelmiştir her halde. Değilse salt anma, özünü yitirmektedir..