Evdeki CD’lerinize iyi bakın. Birkaç yıla antika muamelesi görecekler çünkü...
Bu konuda bir ‘hislenme’ yaşayıp yaşamadığımdan emin değilim. Galiba CD’ye hiçbir zaman tam olarak ısınamadım. Bana her zaman 80’lerin sonundaki acid akımı, MC Hammer’ın şalvar pantolonu, C&C Music Factory ve benzer dönemin kitsch’vari rüküşlüğünün teknolojideki izdüşümü gibi geldi CD. Herhalde ilk olarak o zamanlar hayatıma girdiğinden kafamda böyle bir eşleşme var. Ama sanmayın ki CD’ye karşıyım.
Evdeki raflarda, her taşınmada beni ve taşıyıcıları çileden çıkaran birkaç bin CD’m var.
Büyük kısmını 2002’den beri ellememişimdir, taşınmalarda kolilemek hariç.
Her taşınmada bir sürüsünü atıyorum ya da birilerine veriyorum ama bitmek bilmiyorlar ve neticede kıyamıyorum işte. Bir şekilde bilgisayarda durmasındansa rafta durmasını tercih eden eski topraklardanım galiba.
Edindiğim ilk CD Madonna’nın “Immaculate” isimli derleme albümüydü. Bir arkadaşım getirip bende unutmuştu. Ben de belli sebeplerden iade etmemiştim. Ardından evdeki JVC teybe veda edip kendime bir CD player almıştım. Ses bayağı kaliteli çıkıyordu. Net, hatasız, ama bir şekilde kasede göre daha az kişisel bir nesneydi CD. Ses kalitesi de plağa göre fazla mükemmeldi. Fazla steril...
Yıllar boyu bir sürü CD topladım, yeni ve ikinci el satın aldım. Neden? Çünkü kaset artık yoktu, plak ise ‘out’ idi.
1982 yılında Sony tarafından üretilen ilk CD player.
CD dönemim böyle başladı ve sanırım birkaç yıl sonra da tamamen sona erecek. Sektörle ilgili gelen haberlere göre geçen yıl dünyada 223 milyon CD satıldı. 2008’e göre yüzde 68’lik düşüş var. Nielsen Soundscan’in verdiği bilgiye göre durum üç yıla CD’nin artık ömrünü tamamlayacağı yönünde. Çünkü artık ekonomik açıdan ne üretimi, ne satışı ne de pratik açıdan kullanımı anlamlı. Koleksiyon kafasında sevdikleri müziği ve grupları nesneler aracılığıyla algılamayı tercih edenler çoktan plağa yöneldi. Plak satışlarında son iki yılda yaşanan artışın anlamı bu olsa gerek.
Ben de son dört-beş yıldır plaklarla haşır neşirim. Evdeki pikaba bir plak koyup ikinci el, eski, yeni bir sürü plakla takılmak, onlarla oynamak hoşuma gidiyor.
Yeni nesil zaten komple dijitalci. Çoğu sadece stream ile yetiniyor. Yani onlara internetten dinlemek yetiyor. Şarkılara hard disklerinde “010101110001” şeklinde dahi olsa sahip olmayı kafaya takmıyorlar.
2011’de ilk kez Spotify ve iTunes üzerinden satılan albümlerin geliri CD satışlarını geçti. Bu çok önemli bir kırılma noktası zira bu saatten sonra artık kimse CD maliyetiyle uğraşmayacak. Bir CD 15-25 dolar. iTunes’da ise aynı albüm yarı fiyatına satılıyor.
Bu tabloya rağmen elbette CD alan bir kesim de var. Bunlar yaşlılar. 40 ve 50’nin üzerinde olanlar. Onlar oldukça yeryüzünde, her zaman CD olacak az sayıda da olsa. Onlar, meraklılar ve koleksiyonerler.
Çarpıcı bir rakam paylaşayım. Leonard Cohen’in “Old Ideas” albümü ilk haftasında 41 bin adet sattı. Yüzde 70’i CD olarak satıldı. Lana Del Rey’in “Born To Die” albümü ilk haftasında 77 bin sattı. Ancak bu satışın yüzde 26’sı CD olarak gerçekleşti. Bu gidişatı göstermek açısından önemli bir veri.
CD aslında 90’ların sonundan bu yana uzatmaları oynuyor. Son olarak iş en baba sanatçıların back kataloglarını üç kuruşa pazara çıkarmaya geldi. Bir alana diğeri bedava muhabbeti ve benzeri kampanyalarla “gittiği yere kadar gitsin” dendi, stoklar eritildi.
Şu andaki son trend ise DVD’li, özel kayıtlı, yanar döner ve pahalı paketler hazırlamak ve bu şekilde “altın vuruş” yaparak görkemli bir törenle elveda demek CD’ye.
Sizin anlayacağınız üç ya da beş yıl. CD’ye veda etme zamanı geldi. Ben plaklarımla ve dijital arşivimle mutluyum. Size de tavsiye ederim.