Dört yolun birleştiği köşe başında, sekiz on esnafın şenlendirdiği bir yerdeydi bizim bakkal dükkanı. Sağ ve sol tarafta dükkanların arasında toprak damlı kerpiç evler uzanıp giderdi. Bu yapıların ve avlu duvarlarının üzeri korunsun diye kamış ya da kiremitle örtülürdü. Bu korumalıklara çelen denirdi. Bu çelenler yalnız duvarı yahut damı korumaz aynı zamanda kuşların yuva yapması için de elverişli bir zemin oluştururlardı. Öğleye kadar sağ taraf, öğleden sonra ise sol taraf gölge olduğu için de mahallenin ihtiyarları buralarda toplanıp günlük ömürlerini geçirirlerdi. Esnafın boşa çıkanları, mahallenin işsizleri ve yoldan geçerken uğrayıverenler de bu ihtiyarlar grubuna katılırlardı zaman zaman.
Günlük siyaset, futbol, mahallede olup bitenler, içlerinden birinin oğlunu ya da kızını evermesi, kaplıcaya gitmesi, hacca gitmesi bu çelen altı müdavimlerinin konusunu oluştururdu genelde. Ramazan günleri, bayram arifeleri de bu sohbetlerin konusuna girer. Ramazansa iftarlar, sahurlar konuşulur, tutamayanlar mazeretleriyle sızlanırlardı. Kurban geliyorsa, en lüzumsuz ayrıntılarına kadar, kurbanlık mevzuları işlenirdi.
Beni en çok etkileyen manzara, içlerinden birinin erken geldiğinde ya da diğerlerinin işlerinden dolayı gelemedikleri zamanlardaki yalnız kaldığı anlardı. Uzun uzun yola dalar, etrafına bakınır, adeta yalnızlıktan üşürdü. O yalnız ihtiyar, sanırım dünyanın faniliğini o anlarda hisseder, ölümün ayak seslerini o anlarda duyardı. Bir serçe uçsa ürperir, bir araba geçse, hafifçe sıçrardı oturduğu yerde. Yoldan geçen biri selam verdiğinde ise dünyada olduğunu anlamış gibi sevinçle karışık bir heyecanla alırdı selamı. Hayat her yaşta insanı kendine tutkun ediyordu besbelli. Ben uzun uzun o ihtiyarı seyrederken dilimden Attila İlhan'ın İhtiyarlar Baladı dökülüverirdi:
***
onlara ün mü gelir bazı ses mi duyarlar
yumuşak bir kedere ufalır bakışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
yorgun öksürükleri oturup kalkışları
yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar
her gece artık gitmek vaktidir sanırlar
geçmiş günlerinden bir destek aranırlar
uysal bir gülümseme tek sızlanışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
***
yolculuk sabaha mı yoksa akşam üstü mü
aylardan bu ay mı günlerden acaba ne gün
yılan gibi çöreklenmiş bu boğuk kördüğümü
çözebilirsen çöz çözememekten üzgün
kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün
şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü
bir daha yiyecek mi yediği şu üzümü
ya uykuda giderse söylemeden son sözünü
ölmek var mı farkına varmadan öldüğünün
yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü
çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün
***
bakılan her resim bütün bir ömrü saklar
ellerini kaldırsalar yıllar dökülüşür
birazdan yalıda sanki buluşacaklar
bir yerde saat çalsa o sevgili görünür
umut heykeli midir ay ışığı örtünür
bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar
çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar
kalkan her vapurda giden bir yolcu var
gönderilen her mektup onları götürür
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
sabahtan akşama her gün kaç kere ölür
Sabahtan akşama her gün kaç kere ölür, mısraları dilimden adeta büyük kuşların ağırlığında, kanat seslerinin ürkütücü ritmiyle dökülüşürdü. Derken o yalnız ihtiyarın yanına biri gelir dünyaya dönüverirdi. İhtiyarlığını bir anda unutur, yaşama alışkanlığıyla günü aydınlanırdı. Onlar da Çelen kuşları'ydı bir nevi. Ne var ki diğer kuşlar yuvalarından sabah çıkıp akşam dönerken, onlar sabah gelir akşamla dağılırlardı.
Şimdi o dükkanlar dahil bütün o evler yıkıldı. Çelen altları bir adres olmaktan çıktı. O ihtiyarların çoğu da uzak bir diyara uçup gittiler.