İnsanın veya toplumların hayatında bazen ayetlerle adetler çakışır. Üzücü bir sonuç ama genelde kaybeden de ayetler olur. “Ele güne karşı…” diye yazılı olmayan bir kural vardır ki, o gelir ve esir alır. Bu ağır adetler düğün cenaze gibi tolum içine çıkıldığı günlerde daha bir önem kazanır.
Anadolu’nun hadisi şeriflerle dizayn edilmiş eski âdetinde ister düğün olsun, isterse ölüm, mutlaka işin yükünü komşular ve akrabalar taşırdı. Ama biz alman usulü çay içme modasını çok beğenmesek de bu işe de alışmadık değil. Her koyunu asılmak üzere kendi bacağından yakaladılar. Biz de seyrettik. Peygamber efendimiz (SAV) cenaze evinden üç günlük bir süreyle yemeği mekruh görürdü. Cenaze sahibi insanlar zaten kendi dertleriyle meşgul olacaklar. İçleri yanan bu adamların bırakın misafirleri, kendi karınlarının açlığını düşünecek halleri olmaz elbette…
Ama birçok şeyimizle beraber bu işlere bakışımız da değişti. Komşu veya akrabalar böylesi bir günde cenaze sahiplerine yardımcı olup onların yükünü omuzlamak yerine, oradan bir öğün karın doyurmanın derdine düşerse, buna İslam’da dostluk denilmez. Bir yandan içlerini kavuran acılarını yaşayacaklar, diğer yandan sofraya çökecek komşulara yemek bulmanın derdine düşecekler. Tabi bir de cenaze sahiplerinin böylesi bir günde imkânı var veya yok diye düşünülmeden…
Dayanışma ve kardeşlik ruhunun, batılı ve bâtıl değerlere kurban gittiği kimi bölgelerimizde böylesi uygulamaların olduğunu duyardık. Lakin Konya’yı bile benzeri bir hastalık, kanser gibi sarıvermiş. Bu konu-komşu, sadece yemek için gelecekse gelmeyiversin. Bırakalım cenaze sahiplerini de onlar cenazesini defnetsin, sonra da kendi karınlarını doyursun. Sadece yemeğe katılmayı düşünenlere “Gölge etme başka ihsan istemem!” Demek lazım. Ümmetin önünde duran ve sorumluluk sahibi olan her bir vatandaş, buna karşı duyarlı olmalı ve tavır koymalıdır.
Diyanet işleri başkanlığının bu konuda bir açıklama yaptığını biliyorum. Ama sanırım sesin yenilenmesi ve ses tınısının biraz daha yükseltilmesi gerekiyor. Mesela cenazeye katılacak mahalle imamlarının, mahallede sözü dinlenen kişilerin “bu yemeğe katılamam!” gibi sergileyecekleri bir tavır, daha etkili olacaktır. Bunu basit bir ikramı engelleme olarak görenler çıkacaktır. “Ne var bunda adamların yakını ölmüş, onun ruhu için böylesi ikramın ne zararı var?” diyenler çıkacak elbette. Bunlara iki şey sormak lazım: birincisi: Peygamber efendimizin bu konudaki uygulamaları senin için nasıl bir değer ifade eder? İkinci olarak da; sen hiç cenaze yakını olup da acınla beraber etli ekmek veya yemek bulma yaptırma derdine düştün mü?
Adamın ikram edesi varsa, daha sonra beğendiği bir zamanda bu arzusunu yerine getirebilir. Bunda herhangi bir engel de yok. Sevgili peygamberimiz; amcaoğlu Cafer’in(RA) şehadetinden sonra şöyle buyurmuştur. "Cafer’in ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir."
Yıllar önce rahmetli anneannemin cenaze telaşı vardı. Amcam, –o da rahmeti rahmana erişti- “Şeker almayı unuttuk. Koşun çabuk şeker alın!” dedi. Daha lise yıllarındayken kabirde şeker dağıtmanın Rumlardan kalma bir adet olduğunu öğrenmiştim. Buna engel olmak istedim. Çok detayına giremesem de buna gerek olmadığını anlatmaya çalıştım. Rahmetli amcamın verdiği cevap çok manidardı: “Ne yani sen köylüye bir kilo şeker alamadılar dedirteceksin öyle mi?” tabi şeker alındı ve dağıtıldı. Çünkü çok önemli bir gerekçemiz vardı.
Burada çevrenin psikolojik etkilerini nedense hep mağdur tarafın aleyhine düşünürüz. “Böylesi acı bir günde yemek ikram etmek yerine kendine beklemek ayıp değil mi?” diye bir sosyal baskı düşünülmez.
Bu konuda duyarlı olunmalı ve buna tavır koymak lazım. Ölenle ölünmez ama ölünü ardından cenaze yakınlarını da öldürmeye gerek yok.