Cesur Yürek Bir Portre

Mustafa Yiğit

Cesur Yürek Bir Portre: MERAL AKŞENER

 

Bir kahvaltı daveti. Ankara’da bir otelde gerçekleşen kahvaltılı sohbetlerden birine davetliyiz. Ama branch değil, bildiğimiz Türk kahvaltılarından. Arayan Mülkiye’den beri  can dostlarımdan biri. Ankara’da katıldığımız pek çok  hayırlı işte O’nun parmağı vardır. Yüreği geniş,  hoşgörü sahibi bir dost; adı gibi, herkesi birleştiren, bir araya getiren, ismiyle müsemma olan Cem kardeşimiz. 

Ve kahvaltının onur konuğu,  çok  önemli bir sima. Aslında içimizden biri. Orta halli bir ailenin kız çocuğu olarak dünyaya gelen ve 28 Şubat sürecinde aklımıza kazınan bir isim. Vatanıyla, devletiyle, diniyle, milletiyle barışık bir insan.

Evet O’nun adını en çok da 28 Şubat sürecinde cesur  çıkışlarıyla duyduk. Dönemin içişleri Bakanı Meral Akşener.

28 Şubat sürecinde kimsenin sesinin çıkmadı bir dönemde cesur ve samimi çıkışlarıyla gündemimize oturmuştu. Onun neden bu kadar sert çıkışlar yaptığını son zamanlardaki gelişmelerden sonra şimdi daha iyi anlayabiliyorduk. Bu sohbetten sonra ise kafamızdaki Meral Akşener portresi daha da netleşmiş oldu.

Meral Akşener kahvaltı boyunca sohbet etti bizlerle. Sohbet kimi zaman esprilere de boğuldu. Ancak bu esprilerin yanı sıra bir gerçek vardı ki bunu konuşma boyunca hissettik. Bir politikacıdan çok “bir devlet adamı” portesi vardı karşımızda. Konuşmalarında çok önemli noktalara değindi. Tarihçi olmasının getirdiği donanımla olsa gerek  pek çok şeyi tarihi perspektifle anlattı. 1980’den 2006’ya kadar yakın tarihteki olaylara değinen Meral Hanım çok keyif aldığımız, ama daha da önemlisi çok önemli bilgileri de zihin dağarcığımıza yerleştirdiğimiz bir yolculuğa çıkardı bizi. Asker’den, siyasi partilere, iktidardan muhalefete kadar pek çok şey konuşmasında vardı.

12 Eylül Türk Milliyetçileriyle Devlet Arasındaki Bağı Koparma Girişimiydi

 28 Şubat sürecinin çok sancılı bir süreç olduğuna dikkat çekti ve çok önemli ayrıntılarla bizi bu süreçle ilgili aydınlattı. 28 Şubat sürecinde, irticacı ve laikçi diye adlandırılanların her iki kesimin  de aslında öyle olmadığını, yani iki tarafında bir anlamda “takiye” yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum diyen Akşener, bu görüşünü de  çok çarpıcı örneklerle açıkladı. Laikçi diye bilinenlerin irticacı diye bilinen bir holdingin danışmanlığını yaptığından tutun da, İrticacı  diye bilinenlerin, Yahudi örgütlerinden aldıkları ödülleri bir nişan gibi boyunlarına taktıklarını 28 Şubat sürecinden sonra görünce benim de aklım karıştı diyordu Akşener.

Devletle millet arasında bağı koparmamak gerektiğini, “laikçilik” ve “irticacılık” yaygarasında bulunan bu iki kesimin bu bağı koparmak için elinden gelen bütün gayreti yaptığını ve 28 Şubat’ın da bu manada önemli bir fonksiyonu olduğunu söyleyen Meral Akşener, hatta bu sürecin 1980 darbesinden itibaren başladığını ve Büyük Ortadoğu Projesinin ilk aşamasının 80 darbesi, ikinci aşamasınınsa 28 Şubat süreci olduğunu düşündüğünü söyledi.

Meral Akşener çok ilginç bir tespitte daha bulundu ve 80 darbesine ilginç bir yorum getirdi. O’na göre 80 darbesinin milliyetçilerle devlet arasındaki bağı koparma arzusunda olduğunu görmek gerekirdi, aslında milliyetçiler mahkum edilirken, milliyetçilerin gözünde "devlet ebed müddet" diye düşündükleri devletin de mahkumiyetine yol açılmak isteniyordu. Bu çabalar kısmen sonuç verse de Türk milliyetçileri kendilerini inandıkları devletine hiçbir zaman yabancı hissetmediler. Allah devlete millete zeval vermesin diyen bir anlayışı da koparmak kolay değildir. Bunun ikinci provası ise daha sonra 28 Şubat’la yapılmıştı Meral Akşener’e göre. Bu da dindar insanla   askerin arasını açma amacını taşıyordu. Oysaki Türk ordusu o dindar insanların çocuklarından müteşekkil değil miydi.

28 Şubat Mütedeyyin İnsanımızla Askerin Arasını Açma Girişimiydi

28 Şubat’ın da milletle ordu arasındaki bağı koparma çabası olduğunu düşündüğünü söyleyen Akşener bu kanaatin son Şemdinli olaylarıyla daha da doğru bir hale geldiğini gördüğünü belirtiyordu. Ona göre, Ordu ile mütedeyyin insanlarımız arasındaki bağı koparma girişimiydi 28 Şubat süreci de. Ayrıca bütün bu yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin bütünlüğünü bozma ve  gardını düşürme çabalarının da açık göstergesiydi. 28 Şubat süreci ile birlikte yerli çözümler, yerli projeler toplum tarafından ilgi görmez olmuştur. AB, ABD ile ilişkiler dış politik bir konu olmasına rağmen iç politikanın ana malzemesi olmuştur. Çünkü insanımızın devlet ve hükümetlerine güven duyma iradesi kırılmıştır.

Bu konuşmasının bir önemli başlığı ise AKP’ye ilişkindi. Konuşmasında AKP’nin kuruluşunda  yer almasına rağmen  daha sonra neden ayrıldığına da açıklık getirdi Akşener. Bu ayrılmada iki önemli husus vardı ve ben bunları kaldıramazdım diyen Akşener, birinci hususun,  Tayyip Erdoğan’ın Cüneyt Zapsu ısrarı olduğunu söylüyor. Bu isimde ısrarın ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz diyerek de, Zapsu’nun Amerika gezisine göndermede bulunuyordu.  Diğer önemli husussa,  AKP tüzüğü hazırlanırken ortaya çıkan bir tartışmada kendini göstermişti. Tüzükte “Türk” kelimesi geçsin mi geçmesin mi tartışması yapılmıştı. Bunun tartışılması bile Meral Akşener’i rahatsız etmişti. O günden şimdi yaşanacak gelişmeleri gördüğünü söyleyen Akşener, Türk kimliği üzerine bu kadar rahatsızlık duyanların “Kürt kimliği”ni Diyarbakır mitinginde dile getirmesinin bugün Güneydoğu’da gelinen noktadaki payının büyük olduğunu görmek gerekir diyerek, sohbetine devam etti.

Bütün bunlarla birlikte Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirecek her türlü  operasyonlara hayır diyen bir siyaseti korumamız bundan taviz vermememiz  gerektiğini de üzerine basa basa vurguluyordu Meral Akşener. 

Çok sağlıklı düşünen, bu ülke için gerçek anlamıyla politika üretebilecek bir kişi vardı karşımızda. Evet bu ülkenin, bu  toprakların sesi olduğunu kolayca anlayabiliyordunuz Meral Akşener’in konuşmalarından. Sağduyuluydu, tecrübeli ve gerçekten bu ülkenin ortak değerlerine sahip çıkan biri olarak bildiğimiz  Meral Akşener’i yakından tanımak ve onunla  sohbet etmek bize keyif verdi.   

Meral Akşener, siyasetçi olmanın yanı sıra,  kimi zaman karşımızda bir entelektüel, kimi zaman da bir anneydi.  Bütün bu kimlikler  de açıkçası O’na yakışıyordu. Ve üzerinde hiç eğreti durmuyordu. Kimi zaman Alev Alatlı’dan pasajlar geçiyor, “ört ki ölem” diyordu, kimi zaman Türkeş’in sözlerini tekrar ediyor ve “demokrasiyi ıspanak fiyatına pazara çıkaranlarla”

mücadelemiz hep olacaktır diyordu.

Sohbetimizin bundan sonraki bölümleri çok daha hararetli ve bir o kadar da esprili geçti. O bölümleri  daha sonra anlatmak kaydıyla Meral Akşener’in konuşmalarına ayırdığım bölümü burada bitirmek istiyorum. Yoksa bize ayrılan köşe yetmeyecek.

Ancak  bu konuşmadan çıkardığım çok net bir şey var, o da;  Türk siyasetinin  Meral Akşener’den yeterince faydalanamadığı ve O’na ihtiyacı olduğudur. O’nun dürüstlük ve cesaret anlamında Türk siyasetine katacağı çok şey var. Meral Akşener önümüzdeki dönemlerde de bu cesur,  tabiri yerindeyse “erkekçe” duruşunu  sergileyeceği makamlarda görev almalıdır.

Velhasıl O’nun bundan sonra da  Türk siyasetinde olması  hem millet, hem devlet için çok  hayırlı olacaktır.