Çevre Üzerine Özel Bir söyleşi…
Çevre diyetini mutlaka alır! Röportaj: Fahri Sarrafoğlu
Çevre diyetini mutlaka alır!
İTÜ İnşaat Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İlhan Talınlı ile çevre üzerine çok özel bir söyleşi gerçekleştirdik… Gündemle de yakından alakalı olan bu söyleşinin ayrıntıları şöyle:
Sizce Dünyada çevreye ne kadar önem veriliyor... Önce kazanç sonra çevre anlayışı hâkimdi bir zamanlar, bir nebze olsun bundan geri dönüş oluyor mu acaba? Yani sıkıntıları, felaketleri görünce yoksa yine anlayış aynı mı?
Sorunuzdaki “çevreye ne kadar önem veriliyor” cümlesi bile yanıtın kendisi gibi duruyor. Çevreye önem vermemiz mi gerekiyor, hayır çevre veya ekoloji bunu bir sivrisineğe de bir insana da koşul olarak getiriyor. Çevre milyonlarca ögesi ile aralarında bir yaşam döngüsü ve hızı olan ekosistemler bütünüdür. İnsan ve onun küçücük kazanç hırsı ekosistemin büyük yolunda erir, sistem tepki verir, mutant türler oluşur ama çevre diyetini mutlaka alır. 1999 depreminde Gölcükte deniz üzerinde yapılmış yapıları deniz geri almadı mı?
Dünyadaki kaynaklar belli sanki bir el bu kaynakların hızla tüketilmesi için koşturuyor gibi... Benden sonrası tufan gibi mi? Ne dersiniz hocam, bu duruma dur demek için üniversitelerin yapacağı bir şeyler olmalı sanırım?
Üniversiteler ekosistemin dışında değil ki bir şeyler yapsın. Dünyadaki tüm kaynaklar yaşam döngüsü içinde belirlenen bir hukukla tüm canlılara sunulmuştur. Ancak bu yaşam döngüsünün hızından yüksek bir hızda tüketim yani israf (gerekenden fazlasını sarf etmek)boyutunda olursa işleyiş bozulmaktadır. Çevre kirlenmekte ve kaynaklar tükenmektedir. Sinek böcek, fil, kaplumbağa, tuz, nehir, deniz, kaya veya tarihin iniltisini duymadığı halde insanoğlu onlar adına çevre diye bas bas bağırıyor. Biraz küstahlık olmuyor mu?
Çevre bilinci ve kaynakların etkin kullanımı için sizce Türkiye olarak neler yapabiliriz... İlköğretimden başlayarak yapılacak eğitimlerle, bilinçlendirme ile bu iş bin nebze olsun önlenebilir mi?
Sorunuzun yanıtını eğitimle vermişsiniz. Türkiye adına ne yapabiliriz sorusunun yanıtını ben bilmiyorum. Ancak Türkiye ekosistemindeki insan popülasyonunun(millet, ümmet, halklar, müridler, meczuplar vb ) sinesinden çıkarıp kendine baş ettiği yöneticiler(hocalar, öğreticiler, şeyhler) her gün bu tür sorularınızı yanıtlıyorlar diye biliyorum.
İş dünyasına düşen görevler nelerdir?
Kimsenin görevini tanımlayamam. Ancak çevre bilimi iş yapacak insanın ilk düşüncesinin “bir işten kazançlı çıkmanın tek yolu yapılan işin öncelikle çevresel değerleri iyileştirmek” olması gerektiğini bana öğretmiştir. Bende iş dünyasına öneririm.
Sizce nasıl bir çevre politikası oluşturulmalı daha doğrusu böyle bir politikamız var mıydı?
“Çevresel risk değerlendirme” (ERA) yaparak bu risklerin oluşturacağı etkileri kestirebilen “çevresel etki değerlendirme”(EIA) ile problemleri, tehlikeleri ve bunların önlemleri ile iyileştirmeleri göz önüne alan “çevre yönetim sistemi” projelerini yapmış ve bu şekilde ortaya çıkmış her faaliyeti önerdiğiniz ölçüde iyi bir çevre politikasına sahip ve iyi bir gelecek planlayabilen yönetici olabilirsiniz. Bu tüm mühendislik bilimlerinin izlemesi gereken bir sistematiktir.
Kanal projesi bir proje değil sadece bir fikirdir. Ne yazık ki ben yaptım oldu baskıcılarının bunu uygulamaya almaları da bir politikasızlıktır.
“Zengin kaynaklarımızın fakir bekçisi olamayız” diyen çevre bakanı, “900 milyon dolar verene Çankaya’nın bahçesini açarım” diyen cumhurbaşkanı, “Bergama kabak tadı verdi” diyen bir çevre bakanı, “altın madenlerine karşı çıkan bu gazoz ağacı çevrecileri petrol kartellerinin uşakları” diyen bir gazeteci, “Hasankeyf mi bırakın bir yüzyıl daha toprak altında kalsın enerjiden önemlimi” diyen bir çevre bakanı ve “Nükleer santraldan korkanlar o halde evlerine tüp gaz almasınlar, trene binmesinler” diyen bir başbakanın olduğu bir Türkiyede çevre politikamız varmıydı sorusuna yanıt abesle iştigal olmazmı?
AB'nin çevre konusundaki ikiyüzlülüğü var diyebilir miyiz? Yani kendi yer altı kaynakları bitti ama başka ülkelerin de çıkarmasını istemiyor çevre faktörünü öne sürerek?
Soruda fikrinizi söylemişsiniz. Benim fikrim ise şöyle; AB çevre kriterlerini hiçbir ülkeye dayatamaz. Çünkü ülke sınırları ile ekosistem sınırları aynı değildir. Her ekosistemim kendi özellikleri oradaki yaşam döngüsünü oluşturan kriterler koyarlar. Tek örnekle belirtmek gerekirse, 30 000 megavat elektrik enerjisini rüzgârdan üretip tüm Nükleer santrallerini kapatma kararı alan Almanya Türkiye’de Nükleer santral kurma ihalelerinin hepsinde yer almıştır. Hâlbuki Türkiye ekosisteminin rüzgârı onlara göre daha verimli fakat Nükleer yakıtın kaynağı olan uranyum rezervi yok denecek kadar kısıtlıdır. Özetle ülkeler arası bazda bir çevre kriteri değil ancak ekosistem bazında belki kriter koyabilirsiniz.
“Birleşmiş Milletler’de ‘suyun temel insan hakkı olduğuna ve ticari bir meta gibi satılamayacağına dair oylamada’ Türkiye çekimser kalarak 124 kabul oyuna karşın ABD, İngiltere, Fransa vb. suyu bile sömürmeye çalışan 41 ülke yanında yer aldı” bu anlayıştan vazgeçmek için sizce nasıl bir politika oluşturulmalı... Sanki bilinçlenme noktasında ülke olarak genel bir sıkıntımız var değil mi?
Yanıtın temelinde politikasızlık ve bağımlılık yatıyor. Suyunuzu işgallerden vaz geçip çevre kaynaklarını sömürmeye yönelen yeni emperyalizme satmışsanız eğer, topraklarınızı satarak göklere doğru yükselen betonlar için eski yeni tüm çimento sanayileri ile kalkındığınızı sanıyorsanız eğer, enerjim olacak diye tüm kömürlerinizi ve hatta dışa bağımlı gazlar ile termik santraller kuruyorsanız eğer ve en pahalı elektriğe 30 yıl boyunca satın alma garantisi veren Nükleer santral ihalesine bir gecede karar verip yap işlet ama devretmeden mezar bırakarak git politikasına karşı çıkanları vatan haini ilan edebiliyorsanız eğer BM deki oylamayı boş verin ey halkım kendi kendine çekimser oy veriyorsun demektir. Türkiyede bu kadar cahil olma için acaba üniversiteler açıldı da bizim haberimiz mi olmadı.
HES'lerin açılması ve Nükleer santrallerin kurulması konusundaki görüşlerinizi kısaca alabilir miyiz hocam..Bunun orta yolu var mıdır yoksa hayır ikisi de kesinlikle kurulmamalıdır diyebilir miyiz?
Sorunuzun kısa yanıtı bende yok. HES lerde tüp tipi barajlar halinde suyun hapsedilmesi su döngüsünü(denge değil döngü) bozacağı için ÇED bütçesi(çünkü ÇED bir bütçedir ve çevre lehine olmalıdır) negatif çıkar. Yani attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmez. Nükleer santrale gelince tek bir argümanla yanıt vermek istiyorum. Hammaddesine bağımlı olduğum, henüz atıklarının arıtımı için hiçbir yöntem bilinmeyen ve ömrü bitince tasfiyesi sadece bir mezar gibi kapatma ile sonlanacak bir faaliyetin rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına kıyasla kamu yararı veya çevre lehine bir getirisi olduğunu kanıtlayabilecek birisi varsa ülkemin en aptalı olduğumu kabul edeceğime söz veririm.