Son günlerde kamuoyu Erdoğan'ın ameliyatı sonrasında yaşanan AK Pari ile cemaat arasında varolduğu iddia edilen ayrışma konusuna kilitlendi. Bu tartışmalar sürerken de Cübbeli Ahmet olayı patlak verdi ve cemaatler yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Gazeteci Yazar Nevzat Çiçek de bu tartışmalar parelelinde Birgün gazetesine oldukça çarpıcı açıklamalar yaptı.
İşte Nevzat Çiçek'in Birgün gazetesine verdiği o röportaj;
Cemaatler üzerine bir çok dosya hazırlamış gazetecilerden Nevzat Çiçek, AKP'deki cemaat çatlağını BirGün'e yorumladı. Erdoğan'ın Milli Görüşçülere yönelmesinin Gülen'de tedirginlik yarattığını söyleyen Çiçek, Erdoğan'ın da özellikle 'Gülenci Emniyet'in yaptığı bir çok operasyona göz yumduğunu söyledi. Kavganın abisinin kim olduğunu sorduğumuz Çiçek, "Gülen, Erdoğan'a muhtaç ama Erdoğan Gülen'e daha muhtaç ve bu biliniyor" dedi
1977 Adıyaman Gerger doğumlu Nevzat Çiçek, Nokta Dergisi, Taraf gazetesi gibi kuruluşların yanı sıra; Özgün Duruş gazetesi ve Milat Gazetesi gibi islamcı olarak bilinen basın kuruluşlarında da çalışmış, deneyimli bir gazeteci. Kürt- İslam konusu üzerine araştırmaları bulunan Çiçek'in, 'Puşi ve sarık' adlı bir kitabı da bulunuyor.
Yıllardır mercek tuttuğu cemaatleri, Türkiye'deki haritalarını çıkarabilecek kadar iyi tanıyan Çiçek ile son günlerde tartışılmaya başlanan AKP'deki cemaat çatlağı konusunu konuştuk.
KAVGA NEDENİ: ERDOĞAN MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERE YÖNELDİ
Malum; Son zamanlarda “Erdoğan’dan sonra AKP’nin başına kim geçer” sorusunun sorulması, şike tartışması gibi konularda meydana gelen gelişmeler, “AKP içinde bir cemaat kavgası var” tezini gündeme getirdi. Hatta öyle ki bu tartışmaya cemaate yakın yazarlar da katıldı. Erdoğan ve siyaset- bürokraside ekseninde daha çok rol isteyen Gülen arasında bir bilek güreşi mi başladı?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir kaç küçük cemaati saymazsak ilk defa cemaatler bu kadar açık bir şekilde AKP’yi desteklediler.
Özellikle emniyet içerisinde Beşir Atalay’ın olumsuz tavrı hareketle AK Parti’nin arasında bir soğuma yaşatsa da Gülen Hareketi bu noktada asla desteğini geri çekmedi. Ancak; AK Parti’de bir bakanın Fethullah Gülen ile görüşüp heraketi şikayet etmesi ciddi anlamda gönül kırgınlığına yol açtı, buna rağmen yine susuldu.
Ergenekon operasyonunun zayıflaması ve şike operasyonu ile birlikte AK Parti’nin görüş ayrılığına rağmen yasayı desteklemesi açık bir şekilde bir kırılmayı beraberinde getirse de Fethullah Gülen Hareketi hala AKP’den desteğini çekmiş değil. Bürokraside özellikle Erdoğan’ın tekrar Milli Görüşçülere yönelmesi de hareket içerisinde çok büyük rahatsızlık yaratmış durumda. Bu bakımdan kendilerini dışlamayan ama rolentiye alan bu girişimler karşısında cemaat de tavrını tekrardan gözden geçirecektir.
Eğer böyle bir kavgadan söz edebiliyorsak neredeyse tüm cemaatlerin oluruyla iktidarı elinde tutan AKP’yi bu noktaya getiren ne oldu. Bu kavganın miladı ne?
Aslında dönem dönem AK Parti ve Gülen Hareketi arasında görüş ayrılıkları çok net ortaya çıktı. Mavi Marmara-KCK Operasyonları-Şikede bu görüş ayrılıkları öne çıktı. Mesela Habur Açılımında Gülen Hareketi desteğini verdi ama sonrasında krizin yönetilememesi üzerine bunu da açıkça eleştirmeye başladılar.
Aslında esas kavga KCK operasyonları üzerinde yaşandı ancak bu yumuşak bir karın olduğu için bu kavga gün yüzüne çıkmadı ve sonunda Erdoğan da zoraki olarak KCK operasyonlarını sahiplenmek durumunda kaldı.. MİT içerisinde bir ekip bu operasyonların yapılmamasını isterken emniyet istihbarat ise bunların gerekli olduğunu yoksa Diyarbakır Dağ Kapı Meydanı’nın Tahrir Meydanı gibi olacağını ifade ediyordu. KCK operasyonları yapıldı ve çok sayıda insane içeri alındı. Ancak ben yakın zamanda KCK operasyonlarında tahliyelerin başlayacağını düşünenlerdenim. Mavi Marmara kavganın miladıysa Anayasa meselesi bunun finali olacak.
GÜLEN ERDOĞAN'A MUHTAÇ, ERDOĞAN DAHA MUHTAÇ!
Bu çekişmede iki kutbun olduğunu kabul edersek; bu iki kutubun gücünü tarif edebilir misiniz? Sizce nasıl bir denge gözetiliyor? Ve belki en önemlisi bu kavga nasıl sonlanır?
Gülen Hareketi her ne kadar kendi içerisinde farklı insanları barındırsa da tek ucüt hareket ediyor. Harekette Fethullah Gülen’in belirleyiciliği sorgulanmıyor, kendilerinin yanlış yaptığı düşünülmüyor ve geçmişte söylediği bir şey bugün farklı söylense de bir bildiği, bir hikmeti vardır deniyor. Burada Gülen’e mutlak bir bağlılıktan bahsediyoruz. Gülen Hareketi’nin yetişmiş insan gücü bugün Türkiye’de ne bir siyasi partied nede bir cemaatte bulunuyor. Basın gücünü de hafife atmayalım.
AK Parti’nin gücü esas olarak Tayyip Erdoğan gücüdür. AK Parti’nin Tayyip Erdoğan’dan sonraki gücü de karşısında rakip parti buunmayışı ve toplumun farklı kesimlerinden oy alabilmesi. Uluslararası desteği ve Türkiye’de cemaatler başta olmak üzere kendisine destek veren gücü de etkilediğinizde farklı ve bir siyasi parti ötesinde güçlü olduğunu görüyorsunuz. Özellikle Türkiye’ye biçilen rolde uluslararası anlamda AK Parti’nin gücü. Bunun yanı sıra finans anlamında başta Arap Sermayesi olmak üzere sermayenin de buraya çekilmesi AK Parti’nin bir diğer gücü.
Şu an iki tarafta birbirine bu anlamda muhtaç ama AKP’nin daha muhtaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerek emniyette gerekse de bürokrasi de Gülen Hareketi’nin çok güçlü olduğunu biliyoruz. İki kesim şuana kadar bir birine muhtaçtı. Eğer, Ergenekon Operasyonu devam etmeyecekse, Yeni anayasa yapılmayacaksa, Cumhurbaşkanlığında Tayyip Bey Çankaya’ya çıkmayacaksa kimse kimseye muhtaç değil.
Siz cemaatlerin oy verme reflekslerini de inceleyen bir araştırmacısınız. Bugüne kadarki çalışmalarınızla son gelişmeleri birleştirdiğinizde, AKP’nin bir kan kaybına uğrayacağını düşünüyor musunuz? Siz, “Bugün AK parti’nin iktidar olmasının ve iktidarda kalmasının en büyük sebebi cemaatler konfederasyonun desteğidir” diyorsunuz. Bu destek zayıflar mı?
AK Parti’nin iktidarda kalmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi cemaatler konfederasyonun verdiği destektir. Bunun yanında AK Parti’nin özellikle ekonomik anlamda inşa ettiği ve cari açıkla aslında çok sağlıklı olmadığını anladığım sistem anlaşılan o ki her iki kişiden birinin desteğini alıyor. Ancak AK pati içerisinde özellikle ortaya çıkan son milletvekili tablosuna baktığımızda başbakanın kendi sözünden çıkmayacak isimlerle çalışmayı tercih ettiğini görüyoruz. AK Parti’nin kan kaybına uğraması bu kısa sürede söz konusu değil, en azından uğrayacağı kan kaybı AKP’yi çok sarsacak bir kan kaybı olmaz. Eğer cemaatler AK Parti’den desteğini çeker, Uluslararası kesimler AKP’ dışında bir model arayışına girerlerse belki. AK Parti’nin cemaatler konfederasyonu desteği sadce Türkiye’ye mahsus değil. Örneğin Tunus Nahda Hareketi’ne bakın örneğimiz AKP’dir diyor, Fas’da keza aynı böyle. Dolayısıyla da uluslarası anlamda AKP’nin iyi bir model olarak sunulmasının temel yollarından bir tanesi onun kan kaybına uğramaması ve uğratılmamasıdır
Erdoğan daha ilk Başbakan olduğunda “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyım” demişti. Gülen de özellikle dış ilişkiler konusunda ‘ılımlı’ tutumuyla biliniyor. O zaman bu aradaki çekişmenin sebebi politik olmayabilir mi? Asıl gerekçeler sizce nedir?
Mavi Marmara bu anlamda bir kırılma noktasını teşkil etti. Gülen Hareketi AK Parti’nin batıdan kopmasını istemiyor, özellikle bu Arap Baharı (bana gore bu Arap Tufanı’dır) ile birlikte AK Parti’nin ortadoğuda üstlendiği rolün ben Gülen Hareketi tarafından dikkatlice takip edildiğini düşünüyorum. Davutoğlu’nun kendisine yakın isimlerle bu ilişkileri götürmesi, SETA gibi bir kurumun çok öne çıkması aslında yeni bir dönemin başlangıcı. Gülen Hareketi’nin yurt dışındaki okullarının sanki ikinci plana atılacağı gibi bir his bir kısım cemaat mensubunda hissedilse de ben ikisinin yerinin ayrı olduğunu düşünüyorum.
Bazı kurumların kimseye sormadan iş yapması aslında bir dengeleme mekanizsamı getirilmeye çalışıldığının da işareti bence bu Gülen Hareketi’ni de rahatsız ediyor. Başbakan Amerika’ya gittiğinde SETA ve TUSKON’da konuştu, bu denge politikasının kurumsal işaretiydi.
CEMAATLERİN 'PARTİ'YE ADAM SOKMA YARIŞI
İsmailağa Cemaati’ne ilişkin İlhan Cihaner’in hazırladığı iddianamede yer alan bazı telefon dinlemelerinde cemaat büyüklerinin AKP’den çok da memnun olmadığı, verdikleri desteğe oranla ‘tölerans ve yardım’ alamadıklarını söyledikleri görülüyordu. Bazı cemaatlere mensup köşe yazarları da kimi zaman sitemkar yazılar yazıyor. Acaba ‘pastadan alınan pay’ sıkıntısı mı var?
Pastadan pay alma sıkıntısı olduğunu zannetmiyorum herkes bu nimetlerden yararlanıyor. Burada esas mesele bir cemaatin diğer bir cemaat revaştayken kendilerine farklı davranmayı içerisine sindirememesidir. Örneğin bir bakanlığa bir cemaat bireyini getirmişsiniz ve o cemaat üyesi milletvekili bakan olunca kendi bağlı bulunduğu cemaati biraz daha görünür hale getiriyor, onların elemanlarını daha çok istihdam ediyor vs. buda diğer ceaatlerin hoşuna gitmiyor.
Burada artık cemaatler eskisi gibi sedece ekonomik anlamda bir güç istemiyorlar, hem güçlenmek hem de kendi mensuplarının devlet kademelerinde yer bulmalarını istiyorlar. Çünkü, artık rakip cemaat mensupları da diğer cemaat mensuplarının önünü kesebiliyor, onların işlerini yapmayabiliyor. Cemaatler eskiden kendilerine yurt binası verilmesi vb kolaylıkların sağlanmasını isterken şimdi bunlar dışında kendi bünyelerindeki şirket ve organizasyonlara da kolaylık sağlanmasını istemektedirler.
'İSMAİLAĞA UZUN SÜREDİR DEĞİŞTİRİLMEK İSTENİYOR'
Gündemin en tartışılan konularından bir başkasına geçersek; Cüppeli Ahmet’in tutuklanması gündeme bomba gibi düştü. Ahmet Ünlü, tutuklanır tutuklanmaz emniyette gizli kalması gereken bir çok bilginin basına sızdırılması, “Operasyon için düğmeye çok yukarıdan ve İsmailağa’yı dizayn etmek için basıldı” yorumlarına yol açtı. Siz nasıl bakıyorsunuz?
İsmailağa’da Mahmut Efendi’nin yanlış tedavi edildiğini, yanlış ilaç verildiğini ve bu şekilde ayağa kalkmadığını biliyoruz. Mahmut Efendi’nin 2007 de bir şekilde ailesi tarafından kaçırılarak götürüldüğü hastanenin kurşunlandığını da biliyoruz. Cübbeli Ahmed’e ait olduğu öne sürülen kasetlerin daha once iki defa cemaatin bir hocasına da gönderildiğini ve bunu cemaate söyle Cübbeli buradan uzaklaşsın dediğini bikmeyen yok. Cübbeli’nin cemaat adına konuşmasından birileri rahatsız ve kullandığı uslup ve sağa sola sataşması Kabul edilmiyor. İsmailağa’nın dizayn edilmek istendiğini biz iki değerli hocası Bayram ve Hızır hocaların öldürülmesinden biliyoruz. Bu bakımdan İsmailağa üzerinde Mahmut Efendi sonrasının heapları yapılıyor. İsmailağa’nın sessiz, sakin kamuoyundan uzak bir şekilde varlığını sürdürmesi isteniyor ve öne çıkmaması ve hocalarından bazılarının itibarsızlaştırılması esas hedef.
“Cemaatler üzerinden bir siyaset tasarlanırken aynı zamanda cemaatler de dönüştürülüyor” diye bir tespitiniz var. Bunu biraz açıklayabilir misiniz? Bu cemaat mühendisliğini kim yapıyor?
Ortadoğu’da Arap Baharı başlamadan önce Türkiye’de gerek Gannuşi ve gerekse de diğer muhalif hareketlerinin temsilcilerini kapalı toplantılarda dinleme ve sohbet etme imkanı buldum. Orada benim gördüğüm daha sonra gerek Somali’de gerek Pakistan ve Bangladeş’de de gördüğüm bir gerçek dünyanın her yerinde cemaatlerin çok ciddi olarak dönüştürüldükleri yolunda. Bu dönüşümü cemaatlerin çoğu kabul ediyor ve aslında sonradan anlayacaklar ki kendi ayaklarına kurşun sıkıyorlar.
Amerika, Ortadoğu’da koalisyonlar yönetimi ile yeni yönetimleri belirliyor. Hiçbir yerde esas güç olan dindar cemaatlere iktidarı bırakmıyor. Mısır’da İhvan, Tunus’da Nahda ve benzeri yerlerde bunların siyasi partileri seçimleri birinci olarak kazanıyor. Ama dikkat edilirse her yerde koalisyonlarla yönetilecek bir model geliştiriliyor. Burada yapıla çok akıllıca bir hareket; eski yönetimlerin figüranları değiştiriliyor yeni figüranlar ortaya çıkarılıyor, sisteme muhalif ve aynı zamanda devlet yönetme tecrübesinden uzak cemaatler sisteme dahil ediliyor ve ortaya karışık bir siyasi model konuluyor. Bu yemiyor Mısır’da olduğu gibi İhvan’ın önünü kesmek için Selefleri öne çıkarıyor ve her tarafta bir birini dengeleyen bir sistem oluşturuyor. Durum böyle olunca iktidarın nimetlerinden yararlanma olunca, hazır olmadığınız bir hareket aslında sezaryana dünyaya getiriliyor.
Cemaatler burada ve Türkiye’de nasıl dönüştürülüyor, eleştirilen sistemlerin ana iskeletleri yerinde dururken, adil paylaşımcı bir sitem yerine oturmazken, bizim mahallenin zenginleri türerken sisteme dahil olmayla bir erozyona uğruyorlar, mücahitken müteahitliğe doğru gidiyorlar. Geçen Tunus’ta gençlik hareketlerinden birinin anlatımı beni hayretler içerisinde bıraktı, biz sizin gibi lüks otellere gireceğiz, lüks jiplere bineceğiz, tatil için dünyanın her yerine gideceğiz diyor. Siz sisteme dahil ettiğinizde ortaya çıkan sonuç bu olur. Rus işgalinden sonra cemaatler orada ne yaptıysa ortadığu da aynısını yapacaklar bir farkla sisteme sahip çıkmak, onun kazanaımlarından uzak durmamak ve kaybetmemek adına bir birleriyle uğraşacaklar ve ileride arabesk bir hale gelecekler
Kaynak : ONURKAN AVCI / BİRGÜN