Saygı değer okuyucularım, bugünkü yazımızda; yazılışı ve söylenişi birbirine çok benzeyen, ancak anlamları farklı olan kelimeler konusuna; hem anlamlarını, hem de cümle içinde kullanılışlarını sunarak devam edeceğiz.
rahim: Döl yatağı, sılayırahim, acıma, esirgeme.
rahîm: Merhamet eden, acıyan. (Cenab-ı Allah’ın 99 isminden biri.)
Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla işe başlarız.
Rahim kanseri olan komşumuz kısa sürede iyileşmişti.
rakip: Muhatap.
râkip: Jokey, at binicisi.
Konyaspor, güçlü rakibi Beşiktaş’ı yenerek Ziraat Türkiye Kupası’nda bir ilke imza attı.
Veli Efendi Hipodromu’ndaki râkipler o kadar zayıf ve narin kişiler ki, insan; bunlar ne yer, ne içer diye merak ediyor.
(Bazı sporcuların, spor otoritelerinin ve spor yazarlarının diğer oyunculardan, sporculardan ve takımlardan söz ederken; söze “râkip...” diye başlamaları, bizi her zaman bıyık altından gülmeye sevk ediyor. Çünkü söz konusu cümleye “At binicisi...” diye başlanıyor. Malum olduğu üzere, “rakip” mücadele edilen kişi ya da ekip demektir.)
sadet, -di: Esas konu, asıl konu, maksat.
saadet: Mutluluk.
İki cihan saadeti dilerim.
O kadar uzun konuşmasına rağmen, bir türlü sadede gelemedi.
sadır, -drı: Göğüs, sine, yürek, kalp.
sâdır: Çıkan, görünen.
Dünden beri sâdır olan manzara, bizi dehşete düşürdü.
Reha Bey’e de meseleyi biraz çıtlattım. Ondan da pek sadra şifa verecek bir şeyler öğrenemedim.
sanayi: Endüstri.
sınai: Endüstriyle ilgili olan.
Eski Sanayi’deki tamirci dostumu ziyarete gittik.
Sınaî Kalkınma Bankası’ndan yüklü miktarda bir teşvik kredisi aldık.
sari: Hint kadınlarına has giysi ve bu giysinin yapıldığı kumaş.
sâri: Bulaşıcı (hastalık), başkasına geçen.
Sarılık, tedavisi epeyce zahmetli olan sâri bir rahatsızlıktır.
Sari denen kumaşa bürünen, ayakları bilezikli ve burunları incili veya mücevherli kadınlar...
sarraf: Mücevheratçı.
sahaf: Eski kitap satıcısı.
İstanbul’daki Sahaflar Çarşısı’na mutlaka uğrayınız.
Sarraf komşumuzdan birkaç çeyrek altın aldık.
saten: Parlak, pamuklu kumaş.
zaten: Aslında, esasen, doğrusunu isterseniz, doğrusu.
Eşime birkaç tane saten elbise almalıydım.
Zaten, onlara gitmeyi hiç planlamamıştık.
sefahat: Zevke ve eğlenceye düşkünlük, eğlence.
safahat: Safhalar, evreler.
Ben de kendimi köklerinden yoksun kalmış herkesin düştüğü o sefahat âleminin gergin tekdüzeliğine bırakmıştım.
Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat’ını hiç okumadığınıza inanamıyorum.
seri: Dizi. (“seri”deki “i” kısa okunur.)
seri: Hızlı. (“seri”deki “i” uzun okunur.)
Nazik ve oynak tavırlar, seri kelimelerle sözüne devam etti.
Ömer Seyfeddin serisini bütün öğrencilere tavsiye ediyoruz.
sır, -rrı: Açığa çıkması istenmeyen ve gizli tutulan şey.
sır: Saydam veya donuk vernik.
Bu bahçede açılan her gonca / Sırlar açıyor yerden, gökten…
Küpün sırrı dökülmüş.
sin: Mezar, kabir.
sin, -nni: Yaş.
Hoş, uyanık da olsam; biz sindekileri artık erkekten saymazlar ya…
Sana ibret gerek ise / Gel göresin bu sinleri…
sol: Vücutta kalbin bulunduğu taraf, sağ karşıtı.
sol, -lü: Bir nota.
Ne zaman üzülse, sol tarafına bir uyuşma gelirdi.
Musiki bilgisi sayesinde, sol notasını hemen fark ederdi.
suni: Yapay, yapmacık.
Sünni: Sünnet ehlinden olan kimse.
Alevi-Sünni çekişmesi, bizi her zaman rahatsız etmiştir.
Gönen’de vaktiyle ipekçilik almış yürümüş, derken suni ipek gelmiş, işler bozulmuş.
sükût: Susma.
sukut: Düşme.
Bulunduğu makamdan sukut etmek, düşmanımız için bile temenni edilecek bir durum değil.
Söz gümüşse, sükût altındır.
şahıs, -hsı: Kişi.
şâhıs: Sırık, kazık, nirengi.
Bugün birtakım şahıslar dersimize gelmemiş.
(Sevgili öğrenciler, eğer bir hocanız o gün derse gelemeyen arkadaşlarınızdan bahisle bu cümleyi kullanırsa, hocanıza deyin ki, “Hocam, siz bizim nur topu gibi arkadaşlarımıza nasıl ölçekli kazık dersiniz?” Elbette hocanız bilerek ve isteyerek böyle bir yol izlemeyecek, büyük bir ihtimalle dili sürçtüğü için şâhıs demiş olacaktır.
“şahıs” kelimesindeki “a” sesinin bir elif miktarı uzatılarak söylenmesi durumunda anlam yerle bir olmakta ve harita mühendislerinin arazide yer tespiti için kullandıkları 80 cm. uzunluğunda olan ölçekli kazık (nirengi) anlamı ortaya çıkmaktadır.)
Harita mühendisi arkadaşım kolunun altında dört tane şâhısla çıkageldi.
şak şak: Eller birbirine vurduğunda çıkan ses.
şakşak: Hafifçe vurulduğunda hızla vurulmuş gibi ses çıkaran tahta maşa.
Hokkabazın elinde üç tane şakşak vardı.
O ellerden de öyle şak şak çıkar mıydı?
şevk: Heves, istek.
şavk: Işık.
Bir ay doğdu ilk akşamdan, geceden / Şavkı vurdu pencereden, peçeden…
Siz insanda şevk mi bırakırsınız?
şık: Güzel, zarif, hoş.
şık, -kkı: Seçenek.
Beş cevap şıkkının hiçbirinde doğru cevabı bulamadım.
Çok şık bir hanımefendiyle karşılaşmak beni sevindirdi.
şıp şıp: “Şıp” sesi çıkarmak.
şıpşıp: Şıpıdık terlik.
Bütün misafirlerinin karşısına, son moda şıpşıplarıyla çıkardı.
Şıp şıp damlayan su, mutfağımızı perişan etmişti.
şura: Şu yer, şurası.
şûra: Danışma kurulu.
Şurada oturup kaldık, bir türlü gidemiyoruz.
Teklifinizi şûra toplantımızda değerlendireceğiz.
tabi, -i: Bağımlı, basıcı, yayımcı.
tabii: Doğada olan, olağan, alışılmış, saf, doğal, elbette, doğal olarak.
Eğer sürmenin üstüne bunu sürmezsen renk tabii olmaz.
Sanki bütün kamara, bütün halk, onlara tabi, onlara mahkûmdu.
Sıcaklar arttıkça serin yerler aramak, âdeta tabii bir ihtiyaç hâline geliyor.
tahdit, -di: Sınırlama, çevreleme, çevresini daraltma.
tehdit, -di: Korkutma, gözdağı.
Kuru tehditlerinize pabuç bırakacağımızı mı sandınız?
Hız tahditlerine uymamak, sürücülerin en büyük tutkusu olsa gerek.
tahriş: Yaranın iltihaplanması, müzminleşmesi, yakarak kaşındırma.
tahrip: Harap etme, yakıp yıkma, kırıp dökme, bozma.
tahrif: Bir metni bozma, kalem oynatma, değiştirme.
En son yayımlanan yazımı maalesef tahrif etmişler.
Hainler, soysuzlar; yine bir bahane bularak, önlerine çıkan her şeyi tahrip ettiler.
Kalitesiz deterjan ellerimi tahriş etti.
takdir: Yüceltme, kader, beğenme, değerlendirme, değer verme, değer biçme.
taktir: Damıtma.
tekdir: Azarlama.
Bu aç adama yeni elbisenin ne derece faydalı olacağını okuyucularımızın takdirine arz ediyoruz.
Bugünkü deneyde suyu taktir edeceğiz.
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Sizleri takdir ve tebrik ediyorum.
(Bu cümleyi, bir eğitimci öğrencilerine hitaben söylemiş olsa öğrenciler ne yapardı dersiniz? Bence böyle bir durumda ağzı laf yapan cesur bir öğrenci, söz isteyerek hocasına şunu derdi: Hocam, çok şükür gayet saf, berrak ve temiz durumdayız. Bizi damıtmanıza ve ayrıştırmanıza gerek yok.)
tahkik: Soruşturma.
tahkir: Hakaret etme, aşağılama, onuruna dokunma.
tahkim: Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
Bunun böyle olduğunu iyice tahkik için yola çıkmak üzere idim.
Her yerde bize derece derece verilen kanaat, burada biraz daha tahkim edilmiş oldu.
Onu tahkir etmeye hatta dövmeye kalkıyorlar.