Bir anda ne çok şey oluyor.
İnsanın başı dönüyor.
Eğer bir dünyanız yoksa her gün başka başka dünyalarda gezdiriyorlar sizi. Uzayda yolculuk belki de bu olsa gerek.
Hipnoz tam da bu işte. İçinde bulunduğunuz gerçeklikten çıkıp başka bir gerçekliğin ya da hayalin içine girmek. Bütün duyularınızla bir anda başka bir gerçekliği yaşamaya başlamak.
O başka dünyaların sakinleri nasıl çekiyorlar bizi kendi dünyalarına?
Kancalarla.
Bazen önce göze takılıyor kanca ve diğer duyular ardından yürüyor. Bazen kulağa geliyor önce. Bazen dokunma duyusu. Bazen tat alma duyusu. Bazen de koku. Bazen de birkaçı birlikte. En başarılıları hepsinden tutanlar.
Eğer bir ayağınız en azından kendi gerçekliğinizde sabit değilse siz bir gezginsiniz. Yeri yurdu olmayan, aidiyeti bulunmayan, his ve duyularla hareket ettirilen. Kuklalar gibi.
Çok yorucu bu.
Bir anda diğerinin dünyasında yaşamaya başlamak. Empati değil bu. Sempati belki. Tıpkı onun gibi hissetmek. Duyularınıza hakim olamamak. Yönlendirilmeye açık. Etkilenmeye açık.
Bir anda etrafınızdaki herkesi doğruyu söylerken buluyorsunuz. Zira herkes haklıdır. Kendi paradigmasından bakınca.
Allah’ın ruhlarına mihenk koydukları hariç diyor Hz Mevlana.
Eğer mihenk varsa göz gördüğünün peşine takılırken mihenk uyarıyor. Dur diyor. Kulak işittiğine yönlenince dikkatli dinle ya da dinleme. Koku ayaklara yürü emrini verince o emir geçersizdir diyor. Savrulmayı engelliyor. Yersiz yurtsuz bir gezgin olmaktan çıkarıyor sizi.
Ruhu dinlendiren, huzuru ve dinginliği sağlayan bu işte. Sabit bir ayağınızın olduğu bir merkez. Ruhu yoransa parçalanmak. Her duyunun götürdüğü yere uzanmaya çalışıp parçalara ayrılmak.
Aşk neden bu yolun saiki olmuş? İşte bu yüzden. Sizi kendisinden başka tüm hayallerden kurtardığı için. Tek bir yere bağladığı için.
Her kes bir hayalin peşinde. Hayal diyorum çünkü ulaşınca serap oluyor. Sonlu çünkü. Sonu var. Dünya işte, o da sizi anne karnı gibi zamanı gelince içinden atıyor. O da hayal oluyor. Aşk sadece sonsuzluğu vaat eden. Bir yapan. Bütünleyen.
Neden bütün bu yazılanlar?
Parçalanmayalım diye elbette. Konuşarak, tartışarak, 3 gün sonra, 3 ay sonra, 3 yıl sonra unutulacak konulardan dolayı incitip incinmeyelim diye.
İnsan tartışmacıdır. Zanlarla hareket eder. Kıyas yapar. Öfkelenir, dilini tutamaz, kontrolünü yitirir sonra da davranışlarına hakim olamaz ve bir çuval inciri berbat eder. Sonunda mahcup olur.
Tartışmak, laf söylemek kamile helaldir der Hz Pir. Kamil değilsen tahta kılıçlarla savaşa giden birisi gibi kınından çıkınca kılıç mahcup olursun. Önce kılıcını kontrol edip sonra git cenge.
O zaman şöyle yapalım mı?
Göze, kulağa, buruna, ellere kollara, dile hakim olma ödevi verelim kendimize. Bunun antrenmanlarını yapalım. İlk adımı şöyle olsun. Basit bir soru soralım kendimize. Görünce yanlış görmüş olabilir miyim? Duyunca tam anlamamış ya da yanlış anlamış olabilir miyim? Nezle olmayım sakın koku alınca? Önce basit bir soruyla küçük bir kontrol ve duraksama. Mahcup olmayalım diye. Sonra ok yaydan çıkınca nereyi vuracağı bilinmez. Oklar da zaten düzgün değil, kim bilir nereye gider.
Sonra da görüp duyup koklayıp tattıklarımızı bir mihenge sorup gelelim birkaç saniyeden birkaç dakikaya uzanır en fazla.
Mihenk Kur’andır der Hz Pir.
Bizim gönlümüze de Mihenk koysun diye neden niyaz etmeyelim ki?
Edelim. Hem birbirimize de edelim ki huzuru soluyalım. Karanlıkta çarpışanlar gibi olmayalım. Sabah uyanınca her yanımız yara bere içinde kalmasın.
Çok canımız yanıyor.