Osmanoğulları Bursa’yı fethettikten sonra göçebelikten yerleşik hayata geçmeye başladı ve bu yüzyıllar sürdü. Yine de göçebelik varlığını sürdürüp durdu bu milletin zihninin gerisinde. Belki de bu yüzden oturup uzun uzun kendisiyle ilgili düşünüp yeterince kendini tanımaya vakit ayıramadı. Bunu başkaları yaptı mı? Yapmaya çalıştıklarını biliyoruz.
O dönemden bugüne dek adına Türk Milleti denen millet hiçbir zaman homojen olmadı. Bugünün Birleşik Devletler ya da Avrupa Birliği deneyimiyle oluşturulmak istenen kolektif düzeni yüzyıllarca başarıyla yaşattı çok çeşitli topluluklara. Bugün olduğu gibi sadece aynı dinli topluluklar gibi de değil, çok sayıda etnik yapıyı ve dini bir arada yaşattı. Birlikte yaşamalarına izin verdi. Hatta teşvik etti. Çok kültürlülüğü korudu. Bunu uzaydan getirmedi. Kendisi de keşfetmedi. Sadece mensubu olduğu dini değerlerden yaptı bu çok kültürlülük çıkarımını. Bu süre zarfında bugünün zengin ülkeleri dünyanın keşfedilmemiş yerlerini talan etmekle meşguldü. Yani mafya usulü büyüyorlardı. Ve ne hikmetse bunu yaparken de aykırı tüm kültürleri yok ediyorlardı. Soykırım denen şeyin ta kendisiydi bu.
Sonuçta bu çok kültürlü yapı yaşlandı hantallaştı. Türedi zenginler güçlendi. Ve akıl vermeye başladılar. Değerleriniz sizi geri bıraktı dediler. Asıl ailenin büyükleri bunu yutmadılar ama bir yandan da fakirleşmişlerdi. Ailenin gençleri türedi zenginlere özendi. Onlar bizim gençlerle konuşmaya gelirken ellerindeki kanı yıkayıp geliyorlardı ve zenginliklerini gösterip henüz ergenliğindeki gençlerimize değerlerinizi bırakırsanız sizin de olur diyorlardı. Vazgeçti bizim ergenler değerlerinden. Ailenin ihtiyarlarını alaşağı edip onları yurtlarından etti. Aşağıladı. Alay etti. İçinde değer barındırmayan, sadece görünenle yetinen bir yeninin peşine düştü. Aileyle de bağlarını kopardı. Kökü olmayan, tutup tutmayacağı belli olmayan cılız bir fidan gibi. Tutmadı tabi.
İki de bir de müdahalelerle tutturulmaya çalışılan, ayakta kalması için hep ithal aşı gerektiren dayanıksız bir yapı. Rüzgar esince nereye gideceği nereye düşeceği belli olmayan cılız köksüz bir fidan. Hamasi nutuklar.
Neden iki de bir de çok hızlı sarsılıyoruz diye düşününce bunlar geldi aklıma. Küçük bir çocuk gibi her şeye kanan. Duygusal. Duygularıyla hareket eden, gelişmemiş büyümemiş tatsız tuzsuz bir toplum. Yakınlardaki gür ormanlara özenen, bizi de aranıza alın diye adeta yalvaran. Sanki hiç köklü olmamış gibi. Sanki hiç ait olma duygusu yaşamamış gibi. Çok kültürlülüğü bilmez gibi. Çocukların mahalle aralarındaki kavgaları gibi birbiriyle çocukça kavga eden, pire için yorgan yakmaya kalkan, basit ve ilkel görünen bir toplum.
Evlerinin tavan arasına gitseler dedelerinden kalan bugün anlamadıkları dilde de olsa içinde yığınla çözüm barındıran zengin kaynakları var. Belki ergenlik döneminde bile değil belki de geldi ve yeni bir kimlik arıyor. Sanırım ikincisi daha doğru.
Direnmemenin yararı yok. Her rüzgarda eğilip bükülüp bir yerlerinden kırılıp durmaktansa, yaptığı yanlışı kabullenip kendi asıl kimliğine sahip çıksa, kolektif bilinçaltının hatırlatıp durduğu görkemli günleri oluşturup hazırlayan değerlere, üstündeki tozu üfleyip yeniden dönse.
Umarım yapar. Ve sanırım yapacak. Zaten başka da yolu yok. Tersi yok olmaya götürecek çünkü.
www.pozitifdegisim.com